Cumartesi anlamına gelen Sebt günü, çalışmaları ve özellikle balık avlamaları kendilerine yasaklanmış bir Yahudi kavmi için kullanılan Kur'anî bir tabir. "Cumartesi tatiline saygı duym ASHÂBU’S-SEBT: ASHÂBU’S-SEBT
Sol; sol el, sol taraf, uğursuz, bedbaht kimselerdir. Bu tabir Kur'an-ı Kerîm'de Vakıa suresinin kırkbirinci ayetinde geçmektedir. Devamındaki ayetlerin ifade ettiğine göre, ashabu'ş-şimâl ASHÂBU’Ş-ŞİMÂL: ASHÂBU’Ş-ŞİMÂL
İslâm miras hukukunda belirli pay sahibi mirasçılar. Ferâiz'in tekili olan farîza, belirli pay demektir. Mirastaki payları tek tek belirlenen mirasçılara, belirli pay sahibi mirasçılar anla ASHÂBÜ’L-FERÂİZ: ASHÂBÜ’L-FERÂİZ
Kütüb-i Sitte'den Sünen adıyla anılan hadis kitaplarının müellifleri hakkında kullanılan bir usûl-i hadis terimi. Bu hadis mecmuaları, tahâret (temizlik)'ten vasiyete kadar olan bütün i ASHÂBÜ’S-SÜNEN: ASHÂBÜ’S-SÜNEN
Arapça bir kelime olup, isyan eden, itaatsız, başkaldıran, vb. anlamlarına gelir. Eşanlamlısı: serkeş, bâği. Ayrıca Allah'ın emirlerini yerine getirmeyen, günahkâr, haydut anlamlarında ÂSÎ: ÂSÎ
Kur'an-ı Kerîm'in yüzüçüncü suresi. Üç ayet, ondört kelime ve altmışsekiz harften ibarettir. İbn Abbas, İbn Zübeyr ve Cumhûr'a göre Mekkî; Mücahid, Katâde ve Mükâtil'e göre Mede ASR SÛRESİ: ASR SÛRESİ
Zaman, çağ, yüzyıl, dehr, gündüz ve gece, gündüzün zevalden önce ve sonra iki tarafı (ğadâd ve aşiy), öğleden sonra güneşin kızarmasına kadar olan ikindi vakti, kabile ve aşiret, ASR, ASIR: ASR, ASIR
Aşı, bazı mikrop ve hastalıklara karşı bağışıklık kazanmak, iğne ise genellikle hastalandıktan sonra tedavi olmak ve vücûda direnç kazandırmak amacıyla yapılan bir koruyucu tedavi u AŞI VE İĞNE YAPMAK: AŞI VE İĞNE YAPMAK
Onuncu; onda bir alan; İslâm devlet başkanı tarafından tayin edilen, bölgesinden geçen tüccarın mallarından "uşûr"* vergisini tahsil edip buna karşılık tacirlerin memleket dahilinde ser ÂŞİR: ÂŞİR
(İnşikaku'l-Kamer) Yarılmak, parçalanmak ve bölünmek anlamına gelen "inşikak" kelimesiyle ay, hilâl anlamına gelen "kamer" kelimelerinden meydana gelmiş olup, terkip olarak "ayın ikiye bö AY MUCİZESİ: AY MUCİZESİ
Eksiklik, noksanlık, toplumun normal karşılamadığı hususlar. İstılahî tabir olarak "ayb" veya "ayıp"; yapılan bir alış-veriş neticesinde satılan bir malın bir eksikliğinin çıkması AYB: AYB
Bir şeyin on parçada biri, onuncu. Kur'an-ı Kerîm'in bir bölümü. Kur'an-ı Kerîm'in tamamı altıyüz sahifedir. Her biri yirmi sahifelik otuz cüze ayrılmış, her cüz de kendi içinde beş AŞİR (AŞR-I ŞERİF): AŞİR (AŞR-I ŞERİF)
Kamerî ayların ilki olan Muharrem'in onuncu günü. Âşûre günü adını alan bu günde oruç tutulurdu. Âşûre orucu denen bu oruç, İslâm'dan önce Araplar'ca bilinirdi. Âşûre kelimesini AŞÛRÂ: AŞÛRÂ
Kur'an-ı Kerîm'de atlardan savaş aracı olarak söz edilir. Allah, binmeniz ve süs hayvanı edinmeniz için atları, katırları ve merkepleri yarattı" (en-Nahl, 16/8). Hz. Peygamber, Kur'an'da h AT ETİ: AT ETİ
Eti yenen hayvanların ve insanın sütü temizdir. Domuz, merkep, katır gibi eti haram kılınan hayvanların sütü ise necis olup, yenilemez. Atın sütüne gelince, bazı âlimler, bunun içilmes AT SÜTÜ: AT SÜTÜ
(İnşikaku'l-Kamer) Yarılmak, parçalanmak ve bölünmek anlamına gelen "inşikak" kelimesiyle ay, hilâl anlamına gelen "kamer" kelimelerinden meydana gelmiş olup, terkip olarak "ayın ikiye bö AY MUCİZESİ: AY MUCİZESİ
Eksiklik, noksanlık, toplumun normal karşılamadığı hususlar. İstılahî tabir olarak "ayb" veya "ayıp"; yapılan bir alış-veriş neticesinde satılan bir malın bir eksikliğinin çıkması AYB: AYB
Allah'ın ayeti, işareti, alâmeti. Şiî mezhebinde Âyetullah, müctehid anlamında kullanılmaktadır. Şiîliğin kollarından biri olan ve günümüzde Şiîlik denince ilk akla gelen İmamîyye ÂYETULLAH: ÂYETULLAH
Bakara suresinin ikiyüzellibeşinci ayeti. Ayette geçen kürsî tabirinden dolayı bu ismi almıştır. Kur'an-ı Kerîm'in bütünü içinde ayrı bir fazîleti olan bu ayet hakkında Resulullah'ta AYETÜ’L-KÜRSÎ: AYETÜ’L-KÜRSÎ
Tören, âdet, tarz, usûl. Âyin yapmak tabiri İslâmî bir tabir değildir. Zira İslâm'da böyle bir ibadet şekli ve merasimi söz konusu olamaz. İslâm'da ibadetlerin kendilerine has şekiller ÂYİN: ÂYİN
Aslı, kendisi, bir şeyin eşi, tıpkısı; göz, kaynak, pınar. Arapça bir kelime olup, çoğulu âyân ve uyûn gelir. Dış âlemde var olan maddî şeyler. Geniş anlamda ayn; nakit paradan ba AYN: AYN
Bir köleden köleliği kaldırmak, onu hürriyetine kavuşturmak. Arapça karşılığı itk olup, sözlükte: güç, kuvvet, bolluk, güzellik, kerem ve iyilik gibi anlamlara gelir. Köle de azad ed AZAD ETMEK: AZAD ETMEK
Azar; incitme, kırılma, çıkışma, zulüm. Azarlamak, paylamak, çıkışmak. Söz ile olan kötü alışkanlıklardandır. Çoğu zaman, insanların birbirleriyle yaptıkları muamelelerin olan k AZARLAMAK: AZARLAMAK
Şeytan'ın başka bir adı. Yahudi ve Hristiyan kaynaklarında Azazel, Azael, Hazazel diye de geçen bu kelimeye Kur'an-ı Kerîm'de ve Kütüb-i Sitte'de rastlanmaz. Bununla beraber İslâmî litera AZÂZÎL: AZÂZÎL
Hz. İbrahim (a.s.)'ın babası. Kur'an'da "Âzer" ismiyle zikredilir. Tarih kaynaklarında İbrahim (a.s.)'in babasının Süryânîce "Tarah" olduğu belirtilir. Buna göre, Yakup ve İsrail gibi bi ÂZER: ÂZER
Azil, arapça bir kelime olup, ayırmak ve uzaklaştırmak anlamına gelir. Terim olarak ise; kadın hamile olmasın diye erkeğin menisini dışarıya atmasıdır. Azil; İslâm'dan önce ve İslâm AZİL: AZİL
Pek azametli. Azamet, büyüklük demektir. Hakiki büyüklük Allah'a mahsustur. Allah hiç bir şeye muhtaç değildir ve yarattığı her şeyde O' el-AZÎM: el-AZÎM
Allah'ın yapılmasını emrettiği ve yapılmamasını istediği hususlarda tam bir titizlik gösterip bir emir ve yasaklara kuvvetle ve kesin kararlılıkla uymakla ilgili bir fıkıh ıstılahı. A AZÎMET: AZÎMET
Kıymetli, değerli seçkin izzet sahibi, muhterem, kuvvetli, üstün, yüce, şeref sahibi, bulunmaz derecede az ve nadir olmak; her şeye gücü yetmek, hiç bir zaman yenilmemek.
En az iki ravinin rivayet ettiği hadîs. Âhâd haberler arasında yer alan Azîz hadîsin tarifinde muhaddisler ihtilaf etmişlerdir. İbnü's-Salâh, (Ulûmü'l-Hadîs, s. 243) ve onu izleyen İmam AZÎZ HADÎS: AZÎZ HADÎS
Allah'ın kendisine verdiği emirle canlıların ruhlarını almakla görevli olan ölüm meleği. Kur'an-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde bu şekliyle değil, doğrudan anlamı olan Melekü'l-Mevt ( AZRÂİL: AZRÂİL
Cahiliye devrinde beşinci doğumunda dişi deve doğurduğu için kulağı kesilerek salınıverilen deve. Cahiliyye döneminde Araplar belli doğumlardan sonra devenin kulağını yarar ve onu serbe BAHÎRA: BAHÎRA
Bir şey hakkında etraflıca söz söyleyip gerçeği araştırma; bir konu hakkındaki ayrıntılar; münakaşa, mübahasa, münazara, cedel. Bir iddia üzerine sözü doğru çıkan tarafından kaz BAHS: BAHS
Yeniden bir mehir tesbit ederek nikâh kıymadıkça karı ile koca arasındaki evlilik bağını kesip onları biribirinden ayıran ve nikâhtan doğan karşılıklı hak ve görevlere derhal son ver BÂÎN TALAK: BÂÎN TALAK
Allah'ın güzel isimlerinden biri. Kulları ölümlerinden sonra dirilten, ölüleri diriltip kabirlerinden çıkaran veya ümmetlere peygamberler gönderen anlamında. Allahu Teâlâ insanları öl el-BÂİS: el-BÂİS
Kur'an-ı Kerîm'in ikinci ve en uzun suresi. Medine'de ilk nazil olan suredir. Kur'an'ın en son inen ayeti de bu urenin 281. ayeti olduğu için tamamlanması onbir yıl sürmüştür. Ayet sayısı BAKARA SÛRESİ: BAKARA SÛRESİ
Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında Medine İslâm devletinin gerçekleşmesinden sonra kurulan bir mezarlıktır. Buna el-Bakî', Cennetü'l-Bakî, Bakî'u'l-Garkad isimleri de verilmiştir. Fakat gene BAKİ MEZARLIĞI: BAKİ MEZARLIĞI
Para ticaretini meslek edinmiş ekonomik kuruluş. Genel olarak bankayı, mevduat toplayan, bu mevduatı ve kendi sermayesini, yedek akçelerini çeşitli ihtiyaçlar için değişik şekillerde kredi BANKA: BANKA
Oniki Havari'den biri olup olmadığı ihtilaflı olan Barnaba, aslen Kıbrıslı olup yahudi bir aileden doğmuştur. Asıl adı Joseph BARNABA İNCİLİ (BARNABAS): BARNABA İNCİLİ (BARNABAS)
Öldükten sonra dirilmeyi reddetmek. Hayatının başlangıç ve sonu olmayan tek varlık, Allah'tır. Diğer bütün varlıkların bir başlangıç ve bir sonu vardır. Her canlı gibi insan da doğ BA’S, BA’S'I İNKÂR: BA’S, BA’S'I İNKÂR
Allah'ın güzel isimlerinden biri. Her şeyi gören, çok iyi gören anlamına gelmektedir. Allah her şeyi, herkesin yaptığını görür. Onun görmesine hiçbir şey engel olamaz. Kâinatın herh el-BASÎR: el-BASÎR
İdrak, zeka, ilim, tecrübe, kalp ile görme, doğru ve ölçülü bakış, uzağı görme, kavrayış, feraset. Başımızdaki göze basar, kalp gözüne de basîret denir. (Rağıb el-ısfahânî, BASÎRET: BASÎRET
Allah'ın güzel isimlerinden biri. Bâsıt: genişleten, açan ve bolluk veren. Allah Teâlâ'nın esma-i hüsnası (doksan dokuz güzel ismi)nden biridir. Ebû Hüreyre (r.a.)den rivayet edilen bir el-BÂSIT: el-BÂSIT
Buna "haşr-ı ecsâd (cesedlerin birleşmesi) neş'e-i uhrâ (ikinci yaratılış) da denir. Bu dirilme İsrafil (a.s.)'ın sûra ikinci defa üflemes BA’SU BÂDE’L-MEVT: BA’SU BÂDE’L-MEVT
Allah'ın isimlerinden biri. Gizli, yaratıkların gözlerinden gizli olan, görülemeyen anlamına. Allah Teâlâ'nın varlığı, hem aşikâr, hem gizlidir. Aşikârdır; çünkü varlığını bil el-BÂTIN: el-BÂTIN
Kur'an ve hadislerdeki her zâhirin, açık hükmün bir de bâtını, iç yüzü, herkesin anlayamayacağı gizli tarafı olduğunu ve Kur'an ile hadislerin ancak tevil (yorumlama) ile anlaşılabile BÂTINİYYE: BÂTINİYYE
Hacı Bayram Velî tarafından XIV. asrın sonları ile XV. asrın başlarında kurulan ve önemli bir yere sahip tarîkatlardan biri. Adını Hacı Bayram Velî (833/1429)'den almıştır. Hacı Bayr BAYRAMİYE, BAYRAMİLİK: BAYRAMİYE, BAYRAMİLİK
Kendisine hac farz olmuş ancak edâ etmesine vücut sağlığı elverişli olmayan bir kimsenin, yerine başkasını göndermekle edâ edilen hac. Nafile hac için hiç bir şarta bağlı olmaksızı BEDEL HAC: BEDEL HAC
Kurbanlık deve veya sığır. Hac'da kurban edilmek üzere Harem'e hediye edilen beş yaşını tamamlamış deve ile iki yaşını tamamlamış sığırlara bedene adı verilmektedir. Bedene kurbanl BEDENE: BEDENE
Cenâb-ı Allah'ın esma-i hüsnasından biri. Kendinden türediği Be de' fiilî "icat etmek, örneksiz yapmak, yokken eşsiz biçimde ortaya koymak" demektir. Allah'la ilgili olarak kullanıldığı BEDÎ’: BEDÎ’
Allah'ın güzel isimlerinden biri. Bütün varlıkları yoktan var eden ve bunun için bir örneğe ihtiyaç duymayan, örneksiz, misalsiz, acib ve hayret verici âlemler icat eden anlamına gelmekte el-BEDÎ’: el-BEDÎ’
Bir erkekle cinsi temasta bulunmamış kızın kızlık durumu. Bakire*'nin sıfatı. Bu kelime genelde kız için kullanılır. Genç ve yaşlı kız ayırımı yapılmaz.
Hacı Bektaş Velî tarafından kurulduğu kabul edilen tarikatın adı. Bu tarikatın kuruluşu her ne kadar Hacı Bektaş Velî'ye nisbet ediliyorsa da esas teşekkülü daha sonraki dönemlere rast BEKTAŞÎLİK: BEKTAŞÎLİK
Kur'an-ı Kerîm'in doksanıncı suresi, yirmi ayet, altmışyedi kelime üçyüzyirmialtı harftir. Sure müşriklerin Resulullah'a düşman kesilerek O'na karşı her türlü zulüm ve haksızlığ BELED SÛRESİ: BELED SÛRESİ
Belvâ, musibet, zahmet, ıztırap, meşakket, güçlük gibi anlamlara gelir. Âmme, ise bütün, herkes, umûm demektir. Buna göre "belvâ-i âmme" herkesi kapsayan meşakkat ve güçlük demektir. BELVÂ-İ ÂMME: BELVÂ-İ ÂMME
Hicretin beşinci yılında yapılan ve Peygamberimiz (s.a.s.)'in bizzat ordu kumandanı olarak katıldığı gazve. Bu gazveye "müreysi' gazvesi" de denilir. Mustalikoğulları Huzaa kabîlesine men BENU MUSTALİK GAZVESİ: BENU MUSTALİK GAZVESİ
Allah'ın isimlerinden biri. Kullarına şefkatli olup, lûtuf, ihsanı, keremi, iyiliği ve bahşetmesi çok olan anlamına gelen Allah'ın Esmaü'l-Hüsnâ'sından biri.
Set, engel, iki şey arasındaki perde. Istılahî anlamıyla berzah; madde âlemi ile mana âlemi (ruhlar âlemi), ruhlar âlemi yani ölümden sonra ruhların kıyamete kadar kalacakları âlem, ya BERZAH: BERZAH
"Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîym" sözünün kısaltılmış şekli. Hayırlı ve helâl bir işe başlarken, Allah Teâlâ'nın adını anmak ve bu adla işe başlamak anlamına gelir. İslâmiyet' BESMELE: BESMELE
İnsan, insanoğlu, insanüstü, ademoğlu. Beşer bir şeyin güzelliğiyle ortaya çıkması, görünmesi demektir. (İbn Fâris, Mu'cemul Mekayîsi'l-Luğa, Mısır 1969, I, 251).
Müjdeci ve müjde veren, güleç yüzlü insan. Bu kelime korkutucu ve tehlikeyi haber verici anlamına olan "nezîr" ifadesiyle beraber Kur'an-ı Kerîm'de sekiz yerde geçmekte olup peygamberler ha BEŞÎR: BEŞÎR
Oturum, oturuş, aralıksız yapılan toplantı; bir konuyu görüşmeye yetkili kişilerin bir araya gelerek yaptıkları müzakere. Mahkemelerde, ilgili kimselerin katılmasıyla davaların görüş CELSE: CELSE
Allah'ın cemâli ve rahmeti. Cemâl; lügatte güzel olmak, güzel şekil ve sûret demektir. Ayrıca, herkesin bildiği renk güzelliği ve yumuşaklık anlamına geldiği gibi, her uzvun mizaç ve CEMÂLULLAH: CEMÂLULLAH
Namazın geciktirilmesi veya öne alınması ile ilgili bir fıkıh terimi.
Cem'; sözlükte birleştirmek, toplamak, biraraya getirmek demektir. Takdîm; öne almak, öne geçirmek, te CEM’İ TAKDÎM VE CEM’İ TE’HÎR: CEM’İ TAKDÎM VE CEM’İ TE’HÎR
Güzel olan anlamında Allah'ın isimlerinden biri. Hüsn ile aynı manaya gelir. Allah, bütün güzellikleri yaratmıştır, O, güzeller güzelidir. Güzelleştiren Allah, güzeldir ve güzellikler el-CEMİL: el-CEMİL
Kor ateş, şubat ayı sonu ile mart ayı başında önce havaya sonra suya en sonunda toprağa düştüğü kabul edilen ısıtıcı şey. Tıpta, çok iltihaplı bir çıban.
Gömülmemiş ve gömülmeye hazırlanmış insan ölüsü. Ölüyü gömmek için yapılan tören ve işlemler. İslâm bu tören ve işlemler ile ilgili olarak bazı emir ve nehiyler getirmiştir. G CENÂZE: CENÂZE
Ana karnındaki çocuk hakkında kullanılan bir ıstılah. Bu devre, çocuğun ana karnına düştüğü andan itibaren doğuma kadar devam eder. Bir damla kan pıhtısından, giderek insan şeklini CENİN: CENİN
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Arap ülkelerinde kullanılan bir ölçü. Cerîb, daha çok hububat için kullanılan bir ölçüdür. Osmanlı İmparatorluğu devrinde Arap ülkelerinde kullanı CERÎB: CERÎB
Az söz ile çok manayı ifade eden edebî vecizeler. Bu tariften hareketle, Kur'an-ı Kerîm'in tamamı bir cevâmiu'l-Kelim olduğu gibi, Hz. Peygamber'in bir çok hadisleri de birer cevâmiü'l-kel CEVÂMİÜ’L-KELİM: CEVÂMİÜ’L-KELİM
Sürüklemek, kendisine çekmek. Sâlikin beşerî vasıflarından soyutlanma ile ilâhî sıfatları kazanma ve tecellileri müşahede etmesi anlamında bir tasavvuf terimidir.
Bir kimseye bir fiilinden dolayı tespit edilen veya yaptığı bir iş için kendisine verilen ücret, ödül veya meblağ; ödül vadetmek. Ciâle bir ödül akdi veya tek yanlı iradeyle meydana ge CİÂLE: CİÂLE
Cebrail aleyhisselâm, Hz. Peygamber'in de aralarında bulunduğu bir sahabe' topluluğuna insan suretinde gelmiş, iman, İslâm, ihsan ve kıyamet alâmetleri gibi bazı soruları Allah Rasûlüne s CİBRİL HADÎSİ: CİBRİL HADÎSİ
Cibt'in ne anlama geldiği konusunda çok çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. "Müfredât" sahibi Râğıb el-İsfahânî'ye göre, "kendisinde hayır bulunmayan her bayağı şeye cibt" den CİBT: CİBT
Harflere verilen sayı değerleri ile geleceğe veya mazideki olaylara tarih düşürmek yahut isme dair işaretler çıkarmak ilmi. Ebced* hesabına yakın bir ilmin adıdır. Kelime olarak; sütten CİFR HESABI: CİFR HESABI
Arapça'da "cihâd" kelimesi; bir amaca ulaşabilmek için, kişinin elinden gelen her türlü çabayı sarfetmesi anlamına gelir. "Kutsal savaş" ile eş anlamlı değildir. Bundan daha geniş bir a CİHÂD EMİRİ: CİHÂD EMİRİ
Müslüman kadını baştan aşağı örten çarşaf, ferâce ve câr gibi dış kıyafet. Gerek Medine döneminde gerek daha sonra ki dönemlerde mümin kadınların evden dışarıya çıktıkları CİLBÂB: CİLBÂB
Kadınla erkeğin cinsi temasta bulunması. İslâmiyet insan yaratılışına uygun en tabiî bir dindir. Bu nedenle müminleri evlenmeye teşvik etmiştir. Evlilik sayesinde cinsi arzular tatmin edi CİMÂ’: CİMÂ’
Adam öldürme, cana kıyma. Kelime olarak meyveyi ağaçtan toplamak anlamındadır. Sonradan, insanların yapmış oldukları herhangi kötü bir davranışa isim olmuştur. Buna göre cinayet "ceza CİNÂYET: CİNÂYET
Cin tutma, delilik, çılgınlık, davranış uyumsuzluğu, aklın zail olması. Buna cünûn da denir. Cinnet Kur'an-ı Kerîm'de bu mânâda birkaç yerde geçer: "Yoksa O'nda Cinnet mi vardır?" (S CİNNET: CİNNET
İslâm devleti bünyesinde yaşayan gayr-i müslim vatandaşların mükellef olan erkeklerinden can ve mallarını koruma bedeli olarak yılda bir defa alınan vergi. Buna cizye denilmesinin sebebi, CİZYE: CİZYE
Kur'an'ın altmış ikinci suresidir. Medîne'de nazil olmuştur. On bir âyet, yüzseksen ketime, yediyüz harften ibarettir. Fâsılası "mîm" ve "nûn" harfleridir. Sure, adını dokuzuncu ayetind CUM’A SÛRESİ: CUM’A SÛRESİ
Fakîhlerin çoğunluğu. Fıkıh, lügatte; bilmek, anlamak bir şeyi şuurlu bir şekilde kavramak, kendisine hüküm taalluk eden gizli bir manaya vakıf olmak (el-İsra, 17/44) ve bir şeyin künh CUMHÛR-U FUKAHÂ: CUMHÛR-U FUKAHÂ
Hz. Cüveyriye, Mustalikoğulları kabilesinin başkanı Hâris b. Ebî Dırar'ın kızıdır. Aynı kabileden Safvân oğlu Musâfi'den CÛVEYRİYE BİNTÜ’L-HÂRİS: CÛVEYRİYE BİNTÜ’L-HÂRİS
Ceza gerektiren, suç hata günah, kabahat, isyan. Cerîme de aynı anlamdadır. Cürüm sayılan her hangi bir işi işleyene "mücrim" denir. Mücrim kelimesi Kur'ân'da bir çok âyette geçmekte o CÜRÜM: CÜRÜM
İstemek, arzu etmek, tercih etmek, insanın Allah'a itaat veya ona isyan etmesi ile ilgili olan sınırlı iradesi. Alternatiflerden birine meyletme kabiliyeti bulunanın, iradesi vardır demektir. Y CÜZ’İ İRÂDE: CÜZ’İ İRÂDE
Müslüman kadınların tesettür maksadıyla giydikleri kolsuz, bol ve geniş üst örtünün adı. Buna "car" da denilirdi. Eskiden müslüman kadınlar ferâce giyerlerken, Hicaz ve diğer Ortadoğ ÇARŞAF: ÇARŞAF
Kontrol işareti, kontrol, karşılaştırma, tutma, emanet makbuzu. Bir terim olarak; mevcut ve emre hazır bir karşılık üzerine çekilmiş bir nevi ödeme emridir. Bunun İslâm hukukundaki kar ÇEK: ÇEK
Gelin eşyası. Çeyiz kelimesi Arapça cihazdan gelmiştir. Çehiz yerine çeyiz şeklinde kullanımı yaygındır. Evlenecek kız çocukları için hazırlanan her türlü şahsî eşya veya ev eşy ÇEYİZ: ÇEYİZ
Izdırap veren hal, zahmet, meşekkat, eziyet. Dervişlerin tasavvufta, ahlâkın tezkiyesi ve vicdanın tasfiyesi için kırk gün kırk gece ibadet ederek nefsi terbiye etme işi. Bunların dışın ÇİLE: ÇİLE
Çorap, Arapça "cevreb"in Türkçe söylenişidir. Bu kelime Farsça "kevreb" kelimesinin Arapça'ya geçmiş şeklidir. Çoğulu "cevârib"dir. Müfredi, "ayak sargısı" anlamına gelir (İbn Manz ÇORAP ÜZERİNE MESHETMEK: ÇORAP ÜZERİNE MESHETMEK
Özü, sözü doğru olanlar. Sâdıklar. İyiler. "Bârr" kelimesinin çoğuludur. Kelimenin aslı "berr" olup kara anlamındadır. "Birr"* sözcüğü buradan alınmış olup çok iyilik etmek anlam EBRÂR: EBRÂR
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in İslâm'ı tebliğe başlamasından sonra ilk iman eden hür erkeklerin; raşit halifelerin, aşere-i mübeşşerenin ilki. Câmiu'l Kur'an, es-Sıddîk, el-Atik lakaplarıyla Hz. EBU BEKİR ES SIDDÎK (r.a): Hz. EBU BEKİR ES SIDDÎK (r.a)
İnsanların babası. Hz. Âdem*in künyesi. Ebû'l-Beşer, "eb" ve "elbeşer" kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen bir terimdir. Eb, lügatta baba demektir. Ayrıca; dede, amca, birşeyin sahi EBÛ’L-BEŞER: EBÛ’L-BEŞER
Rasûlullah (s.a.s)'in, Kur'ân, fıkıh ve hadis ilimlerinde önde gelen ashâbından biri. Asıl adı Uveymir'dir. Hazrec kabilesine mensuptur. Hicrî ikinci yılda müslüman oldu. Vâkıdî'nin na EBU’D-DERDÂ: EBU’D-DERDÂ
İmam Âzam (büyük İmam) lâkabıyla bilinen, Ebû Hanife künyesiyle meşhur Numân b. Sâbit b. Zevta (Zûta) mutlak müctehid ve fıkıhta Hanefi mezhebinin imamı.
Adı, Abdurrahman b. Sahr; künyesi, Ebû Hureyre'dir. Câhiliye döneminde ismi Abdüşşems idi. Hz. Peygamber onu, Abdurrahman (bazı rivâyetlere EBÛ HUREYRE: EBÛ HUREYRE
Sahâbî. Hz. Ali ile Muâviye arasındaki savaşta meşhur "hakem olayı"nda hakemlik yapan Ebû Musa el-Eş'ari, Yemenlidir. Asıl adı Abdullah'tır. Ailesi ile birlikte Rasûlullah'ı görmeden Ye EBÛ MUSA EL-EŞ’ARÎ: EBÛ MUSA EL-EŞ’ARÎ
Ashâb-ı kirâmın fakihlerinden biri. Sa'd b. Mâlik b. Sinan b. Ubeyd, Adiyy b. Neccâr kabilesindendir. Babası, Medine'de İslâm'ın tebliği başladığında müslüman olmuş, Ebû Said müsl EBU SAİD EL-HUDRİ: EBU SAİD EL-HUDRİ
Emînü'l-Ümme lâkabıyla anılan, ilk müslümanlardan ve aşere-i mübeşşere* 'den olan sahâbî. Asıl adı Amir b. Abdullah b. el-Cerrâh'tır. Kureyş kabîlesinin Fihroğulları'ndandır. Ne EBU UBEYDE B. el-CERRÂH: EBU UBEYDE B. el-CERRÂH
İnsanların babası. Hz. Âdem*in künyesi. Ebû'l-Beşer, "eb" ve "elbeşer" kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen bir terimdir. Eb, lügatta baba demektir. Ayrıca; dede, amca, birşeyin sahi EBÛ’L-BEŞER: EBÛ’L-BEŞER
İlk müslümanlardan, sahâbî Ebû Zerr, Benû Gıfâr kabilesine mensub olup doğum tarihi bilinmemektedir. H. 31 (M. 651/652) yılında Mekke ile Medine arasında bir yer olan er-Rebeze'de vefât EBÛ ZERR el GIFÂRÎ: EBÛ ZERR el GIFÂRÎ
Ücretli, emekçi, işçi. Ecir, bir İslâm hukuku terimi olarak, "bir hizmet akdiyle bir ücret karşılığında meşrû olan bir işi yapmak üzere emeğini kiraya veren kişi" anlamına gelmekted ECİR: ECİR
Benzerine göre tesbit edilen ücret. Ecr, sözlükte sevap, mükâfat, ücret ve karşılık demektir. Misil ise, eş, benzer, denk anlamlarına gelir. Bir İslâm hukuku terimi olarak ecr-i misil, i ECR-İ MİSİL: ECR-İ MİSİL
Ecr; bedel, ücret, ödül, sâlih amele verilen sevap; ecr-i müsemmâ ise; tef'il bâbında ismi mef'ul bir kelime olup konuşulan, belirlenen, tesbit edil ECR-İ MÜSEMMA: ECR-İ MÜSEMMA
İslâm hükümlerine göre kadın ve erkeğin örtülmesi zorunlu yerleri. Avret mahalli de denir. Kur'an buyruğunca her müslüman edeb mahâllini örterek gizlemekle yükümlüdür. Bununla birlik EDEB MAHALLİ: EDEB MAHALLİ
Bu tamlama "edeb" ve "kâdı" kelimelerinden oluşmuştur. "Edeb" kelimesi insanın diğer insanlarla olan münâsebetlerinde veya günlük hayatında güzel ahlâk ve vasıflara sahip olması mânâs EDEBÜ’L-KÂDÎ: EDEBÜ’L-KÂDÎ
Edille, delil kelimesinin çoğuludur. Erbaa dört demektir. "Dört delil" anlamına gelir. Bu tâbir İslam hukukunda fıkhın dayandığ EDİLLE-İ ERBAA: EDİLLE-İ ERBAA
Yükümlülük sahibi olanların yaptıkları işler, fiiller.
Ef'âl "fiil", mükellefin de "mükellef" kelimesinin çoğuludur. "Teklif" mastarından türetilmiş olan bu kelime "yük EF’ÂL-İ MÜKELLEFİN: EF’ÂL-İ MÜKELLEFİN
Efdal, f-d-l- kökünden gelmektedir. İki şey arasında izâfiyet ifâde eder. Yani bir şeyi başka bir şeyle karşılaştırmak suretiyle kullanılır EFDAL: EFDAL
Efsun, füsûn olarak da kullanılır. Farsça'dan dilimize geçmiş olup, büyü ve sihir anlamındadır. Sihirbazların okudukları kelimelere olduğu gibi, hileye ve manasız şeye de denir.
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in ev halkı. Ehl-i Beyt, bir evde yaşayan aile fertleri, aile demektir. İslâm fıkıh terminolojisinde bir terim olarak Hz. Peygamber (s.a.s)'in hısımlarından kendilerine EHL-İ BEYT: EHL-İ BEYT
Bid'at ehli, hevâ ehli, dalâlet ehli, şüpheler (şubûhât) ehli, tefrika ehli. İlim ehline göre bunlar aynı şeyin değişik isimleridir. Bunlar Kitap ve Sünnet'e ve Ümmetin, ashabın yolunu EHL-İ BİD’AT: EHL-İ BİD’AT
Tasavvufî halleri yaşayarak tadan, tanıyan mutasavvıf. Tasavvufî hayata giren insanlar belli başlı dört dereceye ayrılırlar. Bunlar tâlib, mürid, sâlik ve vâsil adını alırlar. Tâlib, EHL-İ HÂL: EHL-İ HÂL
Sözlükte ehl sahip, hal azletmek, çözmek, akdi bağlamak, düğüm atmak ve seçmek anlamına gelir. Ehlü'l Hal ve'l-Akd; bir İslâm âmme hukuku terimi olup, İslâm devlet başkanını seçme EHL-İ HAL VE’L-AKD: EHL-İ HAL VE’L-AKD
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sünnetine ve ashâbının (r.a) yoluna bağlı olan ve onların izlediği dini yol ve metodu benimseyenler. Kitap ve Sünnet üzerinde ittifak etmiş, ihtilâf ve tefrikadan EHL-İ SÜNNET: EHL-İ SÜNNET
Tertibin sözlük anlamı; tanzim etmek, dizmek, sıralamak ve düzene koymak, tedârik edip hazır hale getirmek, bir şeyi bir yere sâ EHL-İ TERTİB: EHL-İ TERTİB
Ehven, kelime anlamı itibariyle, "daha hafif"; şer ise, hayrın karşıtı olup, "meşru olmayan her türlü iş" demektir. Terkip olarak da ehven-i şer, diğerlerine kıyasla zarar ve fenalık bak EHVEN-İ ŞER: EHVEN-İ ŞER
Üç imam. Hanefî mezhebinde İmâm-ı Â'zam Ebû Hanife Nu'man b. Sabit * (80-150/699-767) ile iki büyük öğrencisi olan İmam Ebû Yûsuf Yâkub b. İbrahim el-Ensârî* (113-183/731-799) ve İ EİMME-İ SELÂSE: EİMME-İ SELÂSE
Sevgi, saygı ve hürmet ifadesi olarak yerleşmiş örfî, ahlâkı ve geleneksel bir hareket. Müslümanlar arasında küçüklerin büyüklere hürmetlerini göstermek için ellerini öpüp alınla EL ÖPMEK: EL ÖPMEK
Bir devleti başka bir devlette temsil eden kimse, sefir, bir kişiye veya bir topluluğa haber ulaştıran kişi, peygamber, peygamberlere gelen vahiy meleği. Kelimenin ilk şekli Türkçe'de "ilçi ELÇİ, ELÇİLİK: ELÇİ, ELÇİLİK
Elfâz'ın tekili olan lâfız; söz, sözcük ve ifade demektir. Küfür ve küfr ise "kefera" fiilinden mastar olup, sözlükte; bir şeyi örtmek anlamına gelir. Kalbindeki imanını örten kimsey ELFÂZ-I KÜFÜR: ELFÂZ-I KÜFÜR
İki makam ve mekân arasında bir mekan anlamında kullanılan bir kelâm ilmi terimi. Bu Hasan Basri'nin talebelerinden, Vasil İbn Ata'nın H. (80-131) öncüsü olduğu Mu'tezile mezhebinin Ehli S el-MENZİLETÜ, BEYNEL-MENZİLETEYN: el-MENZİLETÜ, BEYNEL-MENZİLETEYN
İsrailoğulları'na gönderilen peygamberlerden biri.
Elyesa' (a.s.)'ın ismi Kur'an'da iki defa geçmekte (el-En'âm, 6/86 ve Sid, 38/48). Ahd-i Atık'te de Elîşa' seklinde zikredilmektedir HZ. ELYESA’ (a.s.): HZ. ELYESA’ (a.s.)
Emin olmak, güvenmek, korkmamak, endişeden kurtulmak. Emânet, emn ve emene de "emân"ın eşanlamlısı mastarlardır. Zıddı korkmaktır. Diğer yandan emânet, bir kimsenin güvenilir olması an EMÂN: EMÂN
Birisinin koruması için bırakılan maddî ve manevî hak. Emniyet edilip inanılan şey. Peygamberlerde bulunan sıfatlardan biri de "emânet"tir. Kur'an'a, Sünnete ve Resulullah'ın eşyasına da EMÂNET: EMÂNET
Başkasına ait bir işi ücret karşılığında yapmayı üstlenen kimseye "işçi" "ecîr" * başkasını bir ücret karşılığı çalıştıran kimseye de "işveren" "müştecir" denir. İslâm' EMEKLİ, EMEKLİLİK: EMEKLİ, EMEKLİLİK
Belli bir topluluk üzerinde emrini yürüten kişi. Devlet başkalığından başlayarak çeşitli kademelerdeki yöneticilere verilen ünvan. Bu anlamıyla yerine göre İmam, Halife, Vali, Komutan EMİR: EMİR
Müminlerin emîri, halife, İslâm ümmetinin lideri, idarecisi anlamında kullanılan bu tabir, Hz. Peygamber (s.a.s.) in vefâtından sonra ilk olarak ikinci halife Hz. Ömer (582-644 M.) için kul EMÎRU’L MÜMİNÎN: EMÎRU’L MÜMİNÎN
İslâm'da devlet başkanı tarafından hac farizasının idâre ve organizesi için tâyin edilen başkan. Vedâ Haccı'nda uygulanan ve ilk defa Ebû Bekir (r.a.)'in yaptığı hac emirliği müesse EMİRÜ’L-HACC: EMİRÜ’L-HACC
Maruf, şerîatın emrettiği; münker, şerîatın yasakladığı şey demektir. Başka bir deyimle Kur'an ve sünnete uygun düşen şeye m EMR-İ Bİ’L-MA’RUF NEHY-İ ANİ’L-MÜNKER: EMR-İ Bİ’L-MA’RUF NEHY-İ ANİ’L-MÜNKER
Bâtını veya gizli mallar. Gizli olan veya zekât memurlarından gizlenmesi mümkün ve kolay olan mallar bu gruba girer. Bunların tam olarak tespiti zordur. Ancak sahiplerinin beyanı, herhangi bi EMVÂL-İ BÂTINA: EMVÂL-İ BÂTINA
Peygamberler, Nebî kelimesinin çoğulu. Nebî, peygamber demektir. Farsça bir kelime olan 'peygamber''in kelime anlamı; "haber getiren"dir. "Resul" kelimesi de peygamber demektir. Ancak nebî ile ENBİYÂ: ENBİYÂ
Milâdı 613 yıllarında Medine'de doğan ve milâdı 709 (h.90) yılında Basra'da vefât eden Hz. Enes b. Mâlik'in neseb silsilesi: Enes b. Mâlik b. Nadr b. Bamdam b. Zeyd b. Haram b. Cündüb b. ENES B. MÂLİK: ENES B. MÂLİK
Mekke'den Medine'ye hicret ettikleri zaman (M. 622) Peygamber efendimiz (s.a.s.) ve muhâcirlere kucak açıp tüm imkânlarıyla yardım eden Medineli müslümanlar.
Mekke'de müslüman olan ilk sahâbîlerden biri. Erkam b. Ebi'l-Erkam b. Esed b. Abdullah b. Ömer b. Mahzûm; künyesi Ebû Abdullah'tır. Babasının adı Abdü Menâf; annesinin adı Ümeyye binti ERKAM B. EBİ’L-ERKAM VE EVİ: ERKAM B. EBİ’L-ERKAM VE EVİ
Anlaşmazlık, ihtilâf, düşmanlık, diyet; rüşvet, adam öldürme hariç yaralama diyeti. Çoğulu "ürûş"tur. Bir İslâm hukuku terimi olarak, yaralanan ve kesilen uzuvlardan dolayı verilmes ERŞ: ERŞ
Öncekilerin Masalları. "Esâtîr", "setara" kelimesinden türemiş çoğul bir kelime olup, tekili, "ustûr, ustûre veya estîr, estıra" dır. Bâtıl olan, aslı olmayan uydurma hikâyeler ve "ev ESÂTÎRU’L-EVVELİN: ESÂTÎRU’L-EVVELİN
Bazı ayetler, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e yöneltilen bir soru yada vukûbulan belli bir olay üzerine inerdi. Ayetlerin inişinde etken olan ESBÂBU’N-NÜZÛL: ESBÂBU’N-NÜZÛL
İz, belirti, bir şeyden arta kalan, bakiyye. Hz. Peygamber'in mübarek emânetlerine de eser denilir. Çoğulu âsâr'dır. Hadis ve haberle eş mânâda kullanılan bu terim, ıstılahta Hz. Peygam ESER: ESER
Savaş sırasında ele geçirilen düşman askerleri. Esir, erkek olabileceği gibi kadın da olabilir. İslâm'da, müslüman savaşçının, harp öncesi, harp sırasında ve harp sonrası uyacağı ESÎR, ESÂRET: ESÎR, ESÂRET
Yasadığımız dünya, felekler, yıldızlar, ay ve güneş birer âlemdir. Bütün bu âlemler bir ahenk içindedirler. Bu, Allah'ın Rab sıfatı ESMÂÜ’L-HÜSNÂ: ESMÂÜ’L-HÜSNÂ
Uyku, yorgunluk veya can sıkıntısı halinde, elde olmadan, ağzın kendiliğinden açılarak, uzunca bir nefes alıp verme hali. Bu hal bir bakıma, dalgınlık ve gaflet haline benzer. Bu ise, mü ESNEMEK: ESNEMEK
Eş'ariyye ekolünün temsilcisi olan Ebu'l Hasen Eş'ârî'nin uzun adı Ali b. İsmail b. Ebı Bişr İshak b. Salim b. İsmail b. Abdullah b. Musa b. Bilâl b. Ebı Bürde b. Mûse'l-Eş'ârî'dir. EŞ’ARÎ: EŞ’ARÎ
İslâm dini, birtakım hayvanların etini helâl kılarken, bazı hayvan çeşitlerinin etlerini yemeyi de yasaklamıştır. Kur'an-ı Kerîm'de ve Hz. Peygamber'in sünnetinde bu konu ile ilgili hü ETİ YENEN HAYVANLAR: ETİ YENEN HAYVANLAR
Allah insana, istifadesine sunduğu hayvanlardan nasıl yararlanması gerektiğini de öğretmiş ve "temiz" olanların etinden yemeyi helâl kılmıştır. Ancak, yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerîm'de ETİ YENMEYEN HAYVANLAR: ETİ YENMEYEN HAYVANLAR
İslâm'da çocuk, prensip olarak kadının evli bulunduğu erkeğe nisbet edilir. Doğuran kadın, annesi; nikâhlı koca da babası olur. Bu yüzden, evlâtlık anlamına gelen Arapça "da'y" tâbir EVLAT EDİNME: EVLAT EDİNME
Bir erkekle bir kadın arasında Allah'ın koyduğu prensipler çerçevesinde akdedilen muamele. İslâm nazarında bir ibadet kabul edilen evlilik ile ilgili olarak, İslâm Hukuku'na dair yazılan k EVLENME, EVLİLİK: EVLENME, EVLİLİK
Veliler, Allah'ın sadık dostları, Allah'ın şerîatına bağlı olan kimseler. Kur'an-ı Kerîm'de evliya kelimesi, insanların sahte ilâh ve mâbudlar hakkındaki çeşitli inanç ve davranışl EVLİYÂ: EVLİYÂ
Akşam namazının sünnetinden sonra kılınan altı rekâtlık gayr-i müekked namaz. Evvâb, faal vezninde ism-i fâildir, günâhları terk ve hayırlı işler yapmak sûretiyle Allah'a dönen dem EVVÂBİN NAMAZI: EVVÂBİN NAMAZI
Eyyûb (a.s.)'dan Kur'an'da dört yerde bahsedilir ve sabır örneği olarak takdim edilir (en-Nisâ, 4/163; el-En'âm, 6/84; el-Enbiyâ, 21/83; Sâd, HZ. EYYÛB (a.s.): HZ. EYYÛB (a.s.)
Müslümanlara, günde beş kez, belli bir yerde namaz kılmaları ve namaz için toplanma vaktinin geldiğini ilân etmek, namaz için yapılan çağrı. Arapça bir kelime olan ezan; bildirmek, ilâ EZAN: EZAN
Sıhhat şartlarından birisi bulunmaksızın akd olunan nikâh rükün veya meydana gelme. (İn'ikad) şartlarından birisi eksik bulunursa, nikâh bâtıl olur. Temyiz gücüne sahip olmayan küçü FÂSİT NİKÂH: FÂSİT NİKÂH
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in neslinin kendisiyle devam ettiği en küçük kızı. Müslümânların dördüncü halifesi "ilmin kapısı" Hz. Ali (r.a.)'ın hanımı. Kerbela'da zulme boyun eğmeyip baş HZ. FÂTIMA (r.a): HZ. FÂTIMA (r.a)
Fâtiha, "açılacak şeylerin başı, ilk açılacak yer" demektir. Mukabili "hâtime"dir. Bu sûreye, Allah kelâmının başında bulunduğu yahut nam FÂTİHA SÛRESİ: FÂTİHA SÛRESİ
Güzel ve iyi huy, kişiyi iyilik yapmaya yönelten duygu, erdem. Zıddı, rezillettir. Dinimiz, müslümanların her türlü görevlerini yerine getirerek olgun ve yüksek bir ahlâka sahip olmaları FAZİLET: FAZİLET
Gâyeye ulaşmak, durumun iyi olması, baka (kalış), kurtuluş, yarmak, açmak gibi anlamlara gelen bir terim. Ezanda geçen "HAYYE 'ALE'L FELAH" kurtuluşa yönelim anlamındadır. Aynı kökten ge FELÂH: FELÂH
Kur'an'ın son sûresi olan Nâs suresi ile birlikte bu iki sûreye "Muavvizeteyn"* (sığınma sureleri) denilir. Bunların Mekkî mi Meden FELÂK SÛRESİ: FELÂK SÛRESİ
Yıldızların döndükleri gök. Çoğulu eflâk'dır. Rağıb, müfredatında aynı kelimeyi yıldızların cereyan ettikleri (aktıkları) yer olarak tarif etmiştir; fakat asıl anlatılmak istene FELEK: FELEK
Allah'ta yok olma anlamında tasavvûfi bir tabir. Fenâ; yok olma, varlığın sona ermesi manalarına gelir. Tasavvufta fenâ, Allah'ın zatî hariç onun bütün sıfatları ile muttasıf olmak anl FENÂ FİLLAH: FENÂ FİLLAH
Birinci derecede gerekli olmayan bilgi, dal, kol, kısım, ayrıntı, teferruat. Bir ana gövdeden ayrılan kollardan her biri, ağacın yukarıya ve yanlara uzanan dalları.
Hüküm; karar vermek, örtmek, men etmek, bir şeyi diğer bir şeye ispat (olumlu) veya nefy (olumsuz) suretiyle isnat etmektir. "Bu mülk Allah'ındır" sözünde, mülk Allah'a ispat yoluyla isnad FER’İ HÜKÜM: FER’İ HÜKÜM
Fer' sözlükte; ayrıntı, bir asıldan ayrılan kolların herbiri ve şu'be, esas olmayıp ikinci derecede önemli olan şey anlamlarına gelir. Asl'ın karşıtıdır. Çoğulu fürû'dur. Fer'i is FER’İ MESELE: FER’İ MESELE
Bir mesafe ölçüsü, Farsça "fersenk" kelimesinden Arapça'ya "fersah" şeklinde geçmiştir. Kâmûs-u Osmânî'de bu kelime: "Üç mil uzunluğundaki mesafeye denir" diye tarif edilmiştir.
Bir şeyin önce düzgün, düzenli ve yararlı iken, sonradan bu vasıflarını kaybederek değişmesi ve bozulması (kokuşması) gibi anlamlara gelir. Fesadın zıddı, salâh, fesad kökünden tü FESAD, FESAT: FESAD, FESAT
Peygamberlerin zarûrî sıfatlarından biri. "Fetâne" kelimesinin masdarı olup, kelime manası, akıllılık, zekilik, uyanıklık demektir. Ahmaklık, akılsızlık veya az anlayışlılığın ta FETÂNET: FETÂNET
Vahyin kesildiği dönem, iki peygamber arasındaki zaman dilimi. Fetret zamanı vahy ve semâvî hükümlerin kesintiye uğrayıp sükun bulduğu zamandır. Bununla Peygamber Efendimiz ile Hz. İsa a FETRETU’L-VAHİY: FETRETU’L-VAHİY
Sorulan İslâmî bir soruya yetkili bir kimsenin verdiği cevap, bir meselenin hükmünü belirten veya zorlukla karşılaşılan bir olay hakkında güçlükleri çözmek için verilen kuvvetli ceva FETVA: FETVA
Düşünmeden ve anı olarak yapılan hareket. Fıkıh ıstılahına göre "fevrî", emredilen bir işi ilk imkân anında eda etmektir. Mukabili "terahî"dir ki, emredilen bir işin ilk imkân anınd FEVRÎ: FEVRÎ
Geri dönmek, vazgeçmek, gölge yayılmak fâe-yefıu-fey'en fiilinden mastardır. Bir isim olarak fey'; güneşin doğudan batıya dönmeye başlayan gölgesi; güneşin gurubuna kadar olan gölgesi FEY’: FEY’
Bir şeyin taşıp akması, çoğalması. Sufî terminolojisinde birincisi kozmoz (evren) ikincisi marifet nazariyesi (Epistemoloji-Theorie de Connaissance) ile ilgili olarak iki değişik anlamda kul FEYZ-İ İLÂHİ: FEYZ-İ İLÂHİ
Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe (ö. 150/767)'nin itikâda dair kısa ve özlü eseri. Fıkıh, Mecelle'de "şer'î amel; meseleleri bilmek" (madde, I) şeklinde tarif edilmişs FIKH-I EKBER: FIKH-I EKBER
Bilmek, anlamak, bir şeyin bütününe vakıf olmak. Istılahta, bir kimsenin leh ve aleyhindeki hükümleri bilmesi demektir. Başka bir tarife göre fıkıh; kişinin ibadetlere, cezalara ve muamel FIKIH: FIKIH
Fırak kelimesi fırka kelimesinin çoğulu olup, fırkalar, topluluklar demektir. Fırka kelimesi de lügatta kendilerini başkalarından ayırdedecek özelliklere sahip insan toplulukları, zümrele FIRAK-I DALLE: FIRAK-I DALLE
İslâmî akideyi en net ve sağlam şekliyle kabul eden topluluk. Bu deyim iki kelimeden meydana gelmiş bir isim tamlamasıdır. Terkibin birinci ismi olan fırka kelimesi için bk. "Fırak-ı Dalle FIRKA-I NACİYE: FIRKA-I NACİYE
İsyan, Allah'ın emrini terk, hak yoldan çıkma, günah işleme tohumun kabuğunu delip çıkması. Fısk'ın çoğulu fesekâ ve füssâk'tır. Istılahi anlamı ise, büyük günahları işlemek v FISK, FÂSIK: FISK, FÂSIK
Yaratılış, yapı, karakter, tabiat, mizaç, Peygamberlerin sünneti, Kâlb-i selim, adetullah. Ayrıca hilkat, tabii eğilim, hazır olmak, huy, cibilliyet, içgüdü, istidât gibi manalara da gel FITRAT: FITRAT
Kurtuluş fidyesi, kurtulma bedeli. Fidye ve eş anlamlısı "fıdâü" sözlükte; esirleri kurtarmak için verilen bedel, bazı ibâdetlerdeki eksikliklerden dolayı Allah için yoksullara verilen m FİDYE-İ NECÂT: FİDYE-İ NECÂT
Kur'ân-ı Kerîm'in yüzbeşinci suresi. Mekke'de nâzil olmuştur; beş ayettir. fâsılası Lâm harfidir. Adını birinci ayetinde geçen "fil" kelimesinden alır. Fil, Asya ve Afrika'da yaşayan, FİL SÛRESİ: FİL SÛRESİ
Düşüncede tutarlı olmak, bir şeyde düşünerek davranmak ve basiretli hareket etmek, bir şeyin gerçek mahiyetini görebilmek. Bir kişi işlerin iç yüzünü görebildiği, önceden tahmin ed FİRASET: FİRASET
Mısır'da hüküm süren Amerika krallarına verilen ünvan. Türklerin hükümdarlarına Hakan, Bizanslıların Kayzer, İranlıların Kisra dedikleri gibi, eski Mısırlılar da Firavun derlerdi. FİRAVUN: FİRAVUN