27 Temmuz 2013 Cumartesi

ASHÂBU’S-SEBT


Cumartesi anlamına gelen Sebt günü, çalışmaları ve özellikle balık avlamaları kendilerine yasaklanmış bir Yahudi kavmi için kullanılan Kur'anî bir tabir. "Cumartesi tatiline saygı duym
ASHÂBU’S-SEBT: ASHÂBU’S-SEBT

ASHÂBU’S-SUFFE


Hz. Peygamber (s.a.s.)'in mescidine bitişik sofada barınan ve islâmî tedrisatla meşgul olan sahabiler.



Suffe, eski evlerdeki seki, sed gibi yüksekçe eyvan demektir. Dilimizde bun
ASHÂBU’S-SUFFE: ASHÂBU’S-SUFFE

ASHÂBU’Ş-ŞİMÂL


Sol; sol el, sol taraf, uğursuz, bedbaht kimselerdir. Bu tabir Kur'an-ı Kerîm'de Vakıa suresinin kırkbirinci ayetinde geçmektedir. Devamındaki ayetlerin ifade ettiğine göre, ashabu'ş-şimâl
ASHÂBU’Ş-ŞİMÂL: ASHÂBU’Ş-ŞİMÂL

ASHÂBÜ’L-FERÂİZ


İslâm miras hukukunda belirli pay sahibi mirasçılar. Ferâiz'in tekili olan farîza, belirli pay demektir. Mirastaki payları tek tek belirlenen mirasçılara, belirli pay sahibi mirasçılar anla
ASHÂBÜ’L-FERÂİZ: ASHÂBÜ’L-FERÂİZ

ASHÂBÜ’S-SÜNEN


Kütüb-i Sitte'den Sünen adıyla anılan hadis kitaplarının müellifleri hakkında kullanılan bir usûl-i hadis terimi. Bu hadis mecmuaları, tahâret (temizlik)'ten vasiyete kadar olan bütün i
ASHÂBÜ’S-SÜNEN: ASHÂBÜ’S-SÜNEN

ÂSÎ


Arapça bir kelime olup, isyan eden, itaatsız, başkaldıran, vb. anlamlarına gelir. Eşanlamlısı: serkeş, bâği. Ayrıca Allah'ın emirlerini yerine getirmeyen, günahkâr, haydut anlamlarında
ÂSÎ: ÂSÎ

ÂSİYE


Kocası kâfir olup, kendisi mümine olan ve müminlere misal olarak gösterilen Firavn'ın eşi.



Musa (a.s.) zamanında yaşamıştır. Firavn, İsrailoğulları'nın kadınlarını al
ÂSİYE: ÂSİYE

ASKER TEÇHİZİ


Asker için gerekli olan silâh ve malzemeleri temin edip hazırlamak.



İslâm buna büyük önem vermiştir. Allah yolunda savaş sadece bedenle yapılmaz, aynı zamanda malla da yapı
ASKER TEÇHİZİ: ASKER TEÇHİZİ

ASR SÛRESİ


Kur'an-ı Kerîm'in yüzüçüncü suresi. Üç ayet, ondört kelime ve altmışsekiz harften ibarettir. İbn Abbas, İbn Zübeyr ve Cumhûr'a göre Mekkî; Mücahid, Katâde ve Mükâtil'e göre Mede
ASR SÛRESİ: ASR SÛRESİ

ASR, ASIR


Zaman, çağ, yüzyıl, dehr, gündüz ve gece, gündüzün zevalden önce ve sonra iki tarafı (ğadâd ve aşiy), öğleden sonra güneşin kızarmasına kadar olan ikindi vakti, kabile ve aşiret,
ASR, ASIR: ASR, ASIR

ASR-I SAÂDET


Peygamber Efendimiz (s.a.s.)'in dönemi.



Peygamber Efendimiz'den itibaren İslâm Tarihi, Hz. Peygamber dönemi, Hulefâ-i Râşidûn, Emevîler, Abbâsîler, Selçuklular, Osmanlılar
ASR-I SAÂDET: ASR-I SAÂDET

AŞERE-İ MÜBEŞŞERE


Hayatta iken Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından Cennet'le müjdelenen ashabın ileri gelenlerinden on kişi için kullanılan bir tabir.



Kur'an-ı Kerîm'de bu hususta herhangi bir deli
AŞERE-İ MÜBEŞŞERE: AŞERE-İ MÜBEŞŞERE

AŞI VE İĞNE YAPMAK


Aşı, bazı mikrop ve hastalıklara karşı bağışıklık kazanmak, iğne ise genellikle hastalandıktan sonra tedavi olmak ve vücûda direnç kazandırmak amacıyla yapılan bir koruyucu tedavi u
AŞI VE İĞNE YAPMAK: AŞI VE İĞNE YAPMAK

ÂŞİR


Onuncu; onda bir alan; İslâm devlet başkanı tarafından tayin edilen, bölgesinden geçen tüccarın mallarından "uşûr"* vergisini tahsil edip buna karşılık tacirlerin memleket dahilinde ser
ÂŞİR: ÂŞİR

26 Temmuz 2013 Cuma

AY MUCİZESİ


(İnşikaku'l-Kamer) Yarılmak, parçalanmak ve bölünmek anlamına gelen "inşikak" kelimesiyle ay, hilâl anlamına gelen "kamer" kelimelerinden meydana gelmiş olup, terkip olarak "ayın ikiye bö
AY MUCİZESİ: AY MUCİZESİ

AYB


Eksiklik, noksanlık, toplumun normal karşılamadığı hususlar. İstılahî tabir olarak "ayb" veya "ayıp"; yapılan bir alış-veriş neticesinde satılan bir malın bir eksikliğinin çıkması
AYB: AYB

AŞİR (AŞR-I ŞERİF)


Bir şeyin on parçada biri, onuncu. Kur'an-ı Kerîm'in bir bölümü. Kur'an-ı Kerîm'in tamamı altıyüz sahifedir. Her biri yirmi sahifelik otuz cüze ayrılmış, her cüz de kendi içinde beş
AŞİR (AŞR-I ŞERİF): AŞİR (AŞR-I ŞERİF)

AŞÛRÂ


Kamerî ayların ilki olan Muharrem'in onuncu günü. Âşûre günü adını alan bu günde oruç tutulurdu. Âşûre orucu denen bu oruç, İslâm'dan önce Araplar'ca bilinirdi. Âşûre kelimesini
AŞÛRÂ: AŞÛRÂ

AT ETİ


Kur'an-ı Kerîm'de atlardan savaş aracı olarak söz edilir. Allah, binmeniz ve süs hayvanı edinmeniz için atları, katırları ve merkepleri yarattı" (en-Nahl, 16/8). Hz. Peygamber, Kur'an'da h
AT ETİ: AT ETİ

AT SÜTÜ


Eti yenen hayvanların ve insanın sütü temizdir. Domuz, merkep, katır gibi eti haram kılınan hayvanların sütü ise necis olup, yenilemez. Atın sütüne gelince, bazı âlimler, bunun içilmes
AT SÜTÜ: AT SÜTÜ

ATEİZM


Hiçbir ilâh kabul etmeyen, Tanrıtanımaz felsefi doktrinlerin ortak adı.



Sistemleştirilmiş bir ekol oluşturulmaksızın filozoflardan bir bölümünce benimsenmiş olan bu anlay
ATEİZM: ATEİZM

ATIYYE


Bahşiş, hediye, büyüğün küçüğe verdiği armağan. Çoğulu atıyyât ve atâyâ gelir. Vakıf konusunda, vakıfnâmede

lehine şart bulunan zengin bir kimseye hizmet karşılığı ol
ATIYYE: ATIYYE

AV, AVCILIK


Eti yenilsin, yenilmesin yaratılışı icabı vahşî olup insandan kaçan hayvana av; böyle bir hayvanı kaçmaz hale getirip yakalamaya da "avlama" denir.



İslâm'da gerek kara ve g
AV, AVCILIK: AV, AVCILIK

AVÂRIZ


İlletler, bozukluklar, kazalar ve sakatlıklar gibi anlamlara gelen "arıza" kelimesinin çoğulu.



Fıkıh'da insana ârız olup vazifesini yapmaya engel olan şeylere avârız denir.
AVÂRIZ: AVÂRIZ

AVL, AVLİYE


Eksik ölçmek ve tartmak, terazinin kefeleri eşit olmamak ve hükmetmede zulmetmek. Bir miras hukuku terimi

olarak avliye: Hisseleri ayet ve hadislerde belirlenen ashabu't-ferâizin hisseleri
AVL, AVLİYE: AVL, AVLİYE

AVRET


Pusu, tehlikeli yer, sınır boyları, muharebe alanlarındaki gedik (elAhzab, 33/11), insanın vücudunda

örtülmesi ve başkalarının görmemesi gereken yerler.

Fıkıhda, insanın v
AVRET: AVRET

AY MUCİZESİ


(İnşikaku'l-Kamer) Yarılmak, parçalanmak ve bölünmek anlamına gelen "inşikak" kelimesiyle ay, hilâl anlamına gelen "kamer" kelimelerinden meydana gelmiş olup, terkip olarak "ayın ikiye bö
AY MUCİZESİ: AY MUCİZESİ

AYB


Eksiklik, noksanlık, toplumun normal karşılamadığı hususlar. İstılahî tabir olarak "ayb" veya "ayıp"; yapılan bir alış-veriş neticesinde satılan bir malın bir eksikliğinin çıkması
AYB: AYB

AYET


Alâmet, nişan, eser, ibret, yüksek bina.



Ayet, Arapça bir kelimedir. Çoğulu "Âyât"tır. Açık alâmeti manasındadır. Türkçe'de "bellik", Farsça'da "nişâne" kelimeleriyle
AYET: AYET

ÂYETULLAH


Allah'ın ayeti, işareti, alâmeti. Şiî mezhebinde Âyetullah, müctehid anlamında kullanılmaktadır. Şiîliğin kollarından biri olan ve günümüzde Şiîlik denince ilk akla gelen İmamîyye
ÂYETULLAH: ÂYETULLAH

AYETÜ’L-KÜRSÎ


Bakara suresinin ikiyüzellibeşinci ayeti. Ayette geçen kürsî tabirinden dolayı bu ismi almıştır. Kur'an-ı Kerîm'in bütünü içinde ayrı bir fazîleti olan bu ayet hakkında Resulullah'ta
AYETÜ’L-KÜRSÎ: AYETÜ’L-KÜRSÎ

AYIP ARAŞTIRMAK


Ayıp: Kusur, noksan, eksiklik, leke, fena, uygunsuz, utandıracak veya utanmaya sebep olan hâl.



İslâm toplumunda insanlar, yuvalarından, özel hayatlarından ve kendilerinden emin
AYIP ARAŞTIRMAK: AYIP ARAŞTIRMAK

AYIP ÖRTMEK


Başkalarının kusur, eksiklik, utanılacak şey, suç, cürüm, şeref ve haysiyete aykırı davranış, nezaket ve terbiye dışı, fena, kötü, utanç verici şey cinsinden yaptığı işlerin du
AYIP ÖRTMEK: AYIP ÖRTMEK

ÂYİN


Tören, âdet, tarz, usûl. Âyin yapmak tabiri İslâmî bir tabir değildir. Zira İslâm'da böyle bir ibadet şekli ve merasimi söz konusu olamaz. İslâm'da ibadetlerin kendilerine has şekiller
ÂYİN: ÂYİN

ÂYİSE


Âyise, Arapça bir kelime olup ümitsiz, ümitsizliğe düşen anlamınadır. Fıkıhta adet görmeleri kesilen, artık

adet görmeyen kadınlara âyise denir. Çünkü bu gibi kadınlar çocu
ÂYİSE: ÂYİSE

AYN


Aslı, kendisi, bir şeyin eşi, tıpkısı; göz, kaynak, pınar. Arapça bir kelime olup, çoğulu âyân ve uyûn gelir. Dış âlemde var olan maddî şeyler. Geniş anlamda ayn; nakit paradan ba
AYN: AYN

AYNE’L-YAKÎN


Hiç bir şüpheye yer vermeyecek şekilde müşahede edilen bilgi. Yakîn, üç ayrı merhalede elde edilen bilgidir:

İlme'l-yakîn, ayne'l-yakîn ve hakka'l yakîn. Ayne'l yakîn tabiri "bil
AYNE’L-YAKÎN: AYNE’L-YAKÎN

AZÂB, AZAP


Otorite sahibi bir kimse tarafından yapılan işkence, eza, cefa; beden ve ruha tesir eden eziyet.



Bir terim olarak, Allah'ın günahkârlara dünya veya ahirette vereceği ceza, sık
AZÂB, AZAP: AZÂB, AZAP

AZAD ETMEK


Bir köleden köleliği kaldırmak, onu hürriyetine kavuşturmak. Arapça karşılığı itk olup, sözlükte: güç, kuvvet, bolluk, güzellik, kerem ve iyilik gibi anlamlara gelir. Köle de azad ed
AZAD ETMEK: AZAD ETMEK

AZARLAMAK


Azar; incitme, kırılma, çıkışma, zulüm. Azarlamak, paylamak, çıkışmak. Söz ile olan kötü alışkanlıklardandır. Çoğu zaman, insanların birbirleriyle yaptıkları muamelelerin olan k
AZARLAMAK: AZARLAMAK

AZÂZÎL


Şeytan'ın başka bir adı. Yahudi ve Hristiyan kaynaklarında Azazel, Azael, Hazazel diye de geçen bu kelimeye Kur'an-ı Kerîm'de ve Kütüb-i Sitte'de rastlanmaz. Bununla beraber İslâmî litera
AZÂZÎL: AZÂZÎL

ÂZER


Hz. İbrahim (a.s.)'ın babası. Kur'an'da "Âzer" ismiyle zikredilir. Tarih kaynaklarında İbrahim (a.s.)'in babasının Süryânîce "Tarah" olduğu belirtilir. Buna göre, Yakup ve İsrail gibi bi
ÂZER: ÂZER

AZİL


Azil, arapça bir kelime olup, ayırmak ve uzaklaştırmak anlamına gelir. Terim olarak ise; kadın hamile olmasın diye erkeğin menisini dışarıya atmasıdır. Azil; İslâm'dan önce ve İslâm
AZİL: AZİL

el-AZÎM


Yüce Allah'ın isimlerinden biri.



Pek azametli. Azamet, büyüklük demektir. Hakiki büyüklük Allah'a mahsustur. Allah hiç bir şeye muhtaç değildir ve yarattığı her şeyde O'
el-AZÎM: el-AZÎM

AZÎMET


Allah'ın yapılmasını emrettiği ve yapılmamasını istediği hususlarda tam bir titizlik gösterip bir emir ve yasaklara kuvvetle ve kesin kararlılıkla uymakla ilgili bir fıkıh ıstılahı. A
AZÎMET: AZÎMET

el-AZİZ


Kıymetli, değerli seçkin izzet sahibi, muhterem, kuvvetli, üstün, yüce, şeref sahibi, bulunmaz derecede az ve nadir olmak; her şeye gücü yetmek, hiç bir zaman yenilmemek.



Azi
el-AZİZ: el-AZİZ

AZÎZ


İzzet sahibi, yüce, büyük, her şeye galip olan, mağlûp edilmesi imkânsız olan kimse.



Allah'u Teâlâ'nın esmâ-i hüsnâsından-doksandokuz güzel isminden biridir. Allah'ın
AZÎZ: AZÎZ

AZÎZ HADÎS


En az iki ravinin rivayet ettiği hadîs. Âhâd haberler arasında yer alan Azîz hadîsin tarifinde muhaddisler ihtilaf etmişlerdir. İbnü's-Salâh, (Ulûmü'l-Hadîs, s. 243) ve onu izleyen İmam
AZÎZ HADÎS: AZÎZ HADÎS

AZRÂİL


Allah'ın kendisine verdiği emirle canlıların ruhlarını almakla görevli olan ölüm meleği. Kur'an-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde bu şekliyle değil, doğrudan anlamı olan Melekü'l-Mevt (
AZRÂİL: AZRÂİL

Bir Kıssa Bin Hisse - Mağaradaki Üç Arkadaş



Bir Kıssa Bin Hisse - Mağaradaki Üç Arkadaş: Bir Kıssa Bin Hisse - Mağaradaki Üç Arkadaş

25 Temmuz 2013 Perşembe

BÂBÎLİK


Mirza Ali Muhammed Bâb'ın (1819-1850) kurmuş olduğu batıl mezhep.



Mirza Ali Muhammed 1819'da Şiraz'da doğdu. Necef'te Seyyid Ali Reştî (ö. 1843)'den ders aldı. Seyyid Ali Re
BÂBÎLİK: BÂBÎLİK

BAĞİ, BAĞY


İstemek; istemede ileri gitmek; çabayla arzulamak; sınırı aşmak; hakkıyla yetinmeyerek başkasının canına, malına, ırzına kasdetmek; saldırıya yeltenmek veya saldırmak; haksız yere y
BAĞİ, BAĞY: BAĞİ, BAĞY

BAHÂÎLİK-BAHÂİYYE


Bahâullah Mirza Hüseyin Ali Nuri (1817-1892)'nin kurduğu batıl bir mezhep.



Bâb lâkabıyla tanınan Mirza Ali Muhammed 1844 yılı Mayıs ayında insanlığa yeni bir haber getirdi
BAHÂÎLİK-BAHÂİYYE: BAHÂÎLİK-BAHÂİYYE

BAHÎRA


Cahiliye devrinde beşinci doğumunda dişi deve doğurduğu için kulağı kesilerek salınıverilen deve. Cahiliyye döneminde Araplar belli doğumlardan sonra devenin kulağını yarar ve onu serbe
BAHÎRA: BAHÎRA

BAHÎRA


Resulullah (s.a.s.)'ın amcası Ebû Talib ile birlikte gittiği Suriye seyahati sırasında Busra şehri civarında karşılaştığı hristiyan din adamı.



Hz. Peygamber (s.a.s.) yakl
BAHÎRA: BAHÎRA

BAHS


Bir şey hakkında etraflıca söz söyleyip gerçeği araştırma; bir konu hakkındaki ayrıntılar; münakaşa, mübahasa, münazara, cedel. Bir iddia üzerine sözü doğru çıkan tarafından kaz
BAHS: BAHS

BÂÎN TALAK


Yeniden bir mehir tesbit ederek nikâh kıymadıkça karı ile koca arasındaki evlilik bağını kesip onları biribirinden ayıran ve nikâhtan doğan karşılıklı hak ve görevlere derhal son ver
BÂÎN TALAK: BÂÎN TALAK

el-BÂİS


Allah'ın güzel isimlerinden biri. Kulları ölümlerinden sonra dirilten, ölüleri diriltip kabirlerinden çıkaran veya ümmetlere peygamberler gönderen anlamında. Allahu Teâlâ insanları öl
el-BÂİS: el-BÂİS

BAKARA SÛRESİ


Kur'an-ı Kerîm'in ikinci ve en uzun suresi. Medine'de ilk nazil olan suredir. Kur'an'ın en son inen ayeti de bu urenin 281. ayeti olduğu için tamamlanması onbir yıl sürmüştür. Ayet sayısı
BAKARA SÛRESİ: BAKARA SÛRESİ

el-BÂKÎ


Allah'ın güzel isimlerinden biri.



Varlığının sonu olmayan, varlığın devamı, önü ve sonu olmamak anlamına gelmektedir. Başlangıcı olmamak anlamıyla Allahu Teâlâ'ya "el
el-BÂKÎ: el-BÂKÎ

BAKİ MEZARLIĞI


Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında Medine İslâm devletinin gerçekleşmesinden sonra kurulan bir mezarlıktır. Buna el-Bakî', Cennetü'l-Bakî, Bakî'u'l-Garkad isimleri de verilmiştir. Fakat gene
BAKİ MEZARLIĞI: BAKİ MEZARLIĞI

BÂKİRE


Kızoğlankız, cinsî temasta bulunmamış; henüz el değmemiş; kullanılmamış, eskimemiş.



Arapça olan bu kelimenin doğrusu "bikr" dir. Bikr hem erkek hem de kadın için kullan
BÂKİRE: BÂKİRE

BÂLİĞ


Çocukluğunu geride bırakarak kendi kişiliğine ve cinsiyetine kavuşan erkek. Bu durumdaki kadına da bâliğa denir.



Bir erkeğin veya kızın bâliğ olacak yaşa erişmesine bul
BÂLİĞ: BÂLİĞ

BANKA


Para ticaretini meslek edinmiş ekonomik kuruluş. Genel olarak bankayı, mevduat toplayan, bu mevduatı ve kendi sermayesini, yedek akçelerini çeşitli ihtiyaçlar için değişik şekillerde kredi
BANKA: BANKA

el-BÂRÎ’


Cenâb-ı Allah'ın isimlerinden biri. Bir örnek ve emsâle ihtiyaç duymadan yaratan zat anlamına.



Eşyayı ve her şeyin âzâ ve cihazını birbirine uygun ve mülâyim bir halde y
el-BÂRÎ’: el-BÂRÎ’

BARNABA İNCİLİ (BARNABAS)


İncil nüshalarından aslına en yakın olanı.



Oniki Havari'den biri olup olmadığı ihtilaflı olan Barnaba, aslen Kıbrıslı olup yahudi bir aileden doğmuştur. Asıl adı Joseph
BARNABA İNCİLİ (BARNABAS): BARNABA İNCİLİ (BARNABAS)

BA’S, BA’S'I İNKÂR


Öldükten sonra dirilmeyi reddetmek. Hayatının başlangıç ve sonu olmayan tek varlık, Allah'tır. Diğer bütün varlıkların bir başlangıç ve bir sonu vardır. Her canlı gibi insan da doğ
BA’S, BA’S'I İNKÂR: BA’S, BA’S'I İNKÂR

BASAR


Allah'ın sıfatlarından biri. Işık, renk, şekil, miktar ve her türlü davranışın, güzellik ve yanlışlıkların idrak edildiği duyudur.



Kur'an-ı Kerîm'de görmek anlamına
BASAR: BASAR

el-BASÎR


Allah'ın güzel isimlerinden biri. Her şeyi gören, çok iyi gören anlamına gelmektedir. Allah her şeyi, herkesin yaptığını görür. Onun görmesine hiçbir şey engel olamaz. Kâinatın herh
el-BASÎR: el-BASÎR

BASÎRET


İdrak, zeka, ilim, tecrübe, kalp ile görme, doğru ve ölçülü bakış, uzağı görme, kavrayış, feraset. Başımızdaki göze basar, kalp gözüne de basîret denir. (Rağıb el-ısfahânî,
BASÎRET: BASÎRET

el-BÂSIT


Allah'ın güzel isimlerinden biri. Bâsıt: genişleten, açan ve bolluk veren. Allah Teâlâ'nın esma-i hüsnası (doksan dokuz güzel ismi)nden biridir. Ebû Hüreyre (r.a.)den rivayet edilen bir
el-BÂSIT: el-BÂSIT

BA’SU BÂDE’L-MEVT


Öldükten sonra tekrar dirilmek.



Buna "haşr-ı ecsâd (cesedlerin birleşmesi) neş'e-i uhrâ (ikinci yaratılış) da denir. Bu dirilme İsrafil (a.s.)'ın sûra ikinci defa üflemes
BA’SU BÂDE’L-MEVT: BA’SU BÂDE’L-MEVT

BAŞA KAKMAK


Yapılan bir iyiliği yüze vurup ondan sözetmek.



Dinimizin yasakladığı kötü davranışlardan biri de "başa kakmak"dır. Yapılan yardım ve iyilik hiç bir zaman başa kakılmam
BAŞA KAKMAK: BAŞA KAKMAK

BAŞLIK


Kimi bölgelerde, evlenirken damadın kaynatasına ödemesi görenek olan topluca para.



İslâmi hayatta yeri olmayan, Hz. Peygamber'in yürürlükten kaldırdığı, ancak bugün bile
BAŞLIK: BAŞLIK

BÂTIL


Gerçekle ilgisi olmayan, doğru ve haklı olmayan, boş, temelsiz, yanlış şey.



İlmin olduğu yerde cehaletin, adaletin bulunduğu yerde zulmün tutunamadığı gibi, hakkın olduğ
BÂTIL: BÂTIL

BÂTIL DİNLER


Cenâb-ı Hak'ın peygamberlerine indirdiği vahiyle ilgisi olmayan ve insanlar tarafından uydurulan yanlış inançlardan ibaret olan dinler.



Bâtıl, Hakk'ın zıddıdır. Sabit olma
BÂTIL DİNLER: BÂTIL DİNLER

el-BÂTIN


Allah'ın isimlerinden biri. Gizli, yaratıkların gözlerinden gizli olan, görülemeyen anlamına. Allah Teâlâ'nın varlığı, hem aşikâr, hem gizlidir. Aşikârdır; çünkü varlığını bil
el-BÂTIN: el-BÂTIN

BÂTIN


Bir şeyin içi, gözle görülemeyen tarafı, Allah'ın isimlerinden biri.



Bâtın kelimesi Kur'an'da değişik anlamlarda kullanılmıştır. Bâtın, her şeyden önce Esmau'l-Hüsna
BÂTIN: BÂTIN

BÂTINİYYE


Kur'an ve hadislerdeki her zâhirin, açık hükmün bir de bâtını, iç yüzü, herkesin anlayamayacağı gizli tarafı olduğunu ve Kur'an ile hadislerin ancak tevil (yorumlama) ile anlaşılabile
BÂTINİYYE: BÂTINİYYE

BAYRAM, BAYRAM NAMAZLARI


Neşe ve sevinç günleri. Hemen hemen her akîde ve ümmetin kendine has bir bayramı veya bayramları vardır.



İslâm ümmetinin iki bayramı vardır. Bunlar bütün İslâm âlemind
BAYRAM, BAYRAM NAMAZLARI: BAYRAM, BAYRAM NAMAZLARI

BAYRAMİYE, BAYRAMİLİK


Hacı Bayram Velî tarafından XIV. asrın sonları ile XV. asrın başlarında kurulan ve önemli bir yere sahip tarîkatlardan biri. Adını Hacı Bayram Velî (833/1429)'den almıştır. Hacı Bayr
BAYRAMİYE, BAYRAMİLİK: BAYRAMİYE, BAYRAMİLİK

BEDDUA


Bir sebepten dolayı herhangi bir kimse hakkında kötümser istek ve temennîde bulunmak, hayır duanın zıddı.



Farsça fena, çirkin, kötü, yaramaz anlamına olan "bed" kelimesiyl
BEDDUA: BEDDUA

BEDEL HAC


Kendisine hac farz olmuş ancak edâ etmesine vücut sağlığı elverişli olmayan bir kimsenin, yerine başkasını göndermekle edâ edilen hac. Nafile hac için hiç bir şarta bağlı olmaksızı
BEDEL HAC: BEDEL HAC

BEDENE


Kurbanlık deve veya sığır. Hac'da kurban edilmek üzere Harem'e hediye edilen beş yaşını tamamlamış deve ile iki yaşını tamamlamış sığırlara bedene adı verilmektedir. Bedene kurbanl
BEDENE: BEDENE

BEDÎ’


Cenâb-ı Allah'ın esma-i hüsnasından biri. Kendinden türediği Be de' fiilî "icat etmek, örneksiz yapmak, yokken eşsiz biçimde ortaya koymak" demektir. Allah'la ilgili olarak kullanıldığı
BEDÎ’: BEDÎ’

el-BEDÎ’


Allah'ın güzel isimlerinden biri. Bütün varlıkları yoktan var eden ve bunun için bir örneğe ihtiyaç duymayan, örneksiz, misalsiz, acib ve hayret verici âlemler icat eden anlamına gelmekte
el-BEDÎ’: el-BEDÎ’

BEKÂ


Sonsuz, ebedî kalmak; durmak, sürmek, devam etmek ve özellikle eski hâli üzere sabit olmak.



Istılahta; Yüce Allah'ın sıfatlarından birisidir. Allah'ın varlığının bir sonu
BEKÂ: BEKÂ

BEKÂRET


Bir erkekle cinsi temasta bulunmamış kızın kızlık durumu. Bakire*'nin sıfatı. Bu kelime genelde kız için kullanılır. Genç ve yaşlı kız ayırımı yapılmaz.



Meşrû veya
BEKÂRET: BEKÂRET

BEKTAŞÎLİK


Hacı Bektaş Velî tarafından kurulduğu kabul edilen tarikatın adı. Bu tarikatın kuruluşu her ne kadar Hacı Bektaş Velî'ye nisbet ediliyorsa da esas teşekkülü daha sonraki dönemlere rast
BEKTAŞÎLİK: BEKTAŞÎLİK

BELÂGAT


İyi, güzel, tesirli ve pürüzsüz söz söyleme; edebiyat kaideleriyle ilgili ilim. Terim olarak iki şekilde tanımlanmıştır:



a- Sözün zorlama ve yapmacıktan uzak olup yorumla
BELÂGAT: BELÂGAT

BEL’AM İBN BÂÛRA


Hz. Musa (a.s.) zamanında yaşamış ve sonradan irtidat etmiş olan ilim adamı.



A'raf suresinin 175-176'ncı ayetleri münasebetiyle ismi çeşitli tefsir ve tarih kitaplarına girmi
BEL’AM İBN BÂÛRA: BEL’AM İBN BÂÛRA

BELED SÛRESİ


Kur'an-ı Kerîm'in doksanıncı suresi, yirmi ayet, altmışyedi kelime üçyüzyirmialtı harftir. Sure müşriklerin Resulullah'a düşman kesilerek O'na karşı her türlü zulüm ve haksızlığ
BELED SÛRESİ: BELED SÛRESİ

BELVÂ-İ ÂMME


Belvâ, musibet, zahmet, ıztırap, meşakket, güçlük gibi anlamlara gelir. Âmme, ise bütün, herkes, umûm demektir. Buna göre "belvâ-i âmme" herkesi kapsayan meşakkat ve güçlük demektir.
BELVÂ-İ ÂMME: BELVÂ-İ ÂMME

BENU MUSTALİK GAZVESİ


Hicretin beşinci yılında yapılan ve Peygamberimiz (s.a.s.)'in bizzat ordu kumandanı olarak katıldığı gazve. Bu gazveye "müreysi' gazvesi" de denilir. Mustalikoğulları Huzaa kabîlesine men
BENU MUSTALİK GAZVESİ: BENU MUSTALİK GAZVESİ

BERÂET GECESİ


Şaban ayının ondördüncü gününü onbeşinci gününe bağlayan gece.



Bu gece, değişik adlarla da anılmaktadır:



Bu geceye, bereketli ve feyizli bir gece olması
BERÂET GECESİ: BERÂET GECESİ

el-BERR


Allah'ın isimlerinden biri. Kullarına şefkatli olup, lûtuf, ihsanı, keremi, iyiliği ve bahşetmesi çok olan anlamına gelen Allah'ın Esmaü'l-Hüsnâ'sından biri.



Allahu Teâl
el-BERR: el-BERR

BERZAH


Set, engel, iki şey arasındaki perde. Istılahî anlamıyla berzah; madde âlemi ile mana âlemi (ruhlar âlemi), ruhlar âlemi yani ölümden sonra ruhların kıyamete kadar kalacakları âlem, ya
BERZAH: BERZAH

BESMELE


"Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîym" sözünün kısaltılmış şekli. Hayırlı ve helâl bir işe başlarken, Allah Teâlâ'nın adını anmak ve bu adla işe başlamak anlamına gelir. İslâmiyet'
BESMELE: BESMELE

BEŞER


İnsan, insanoğlu, insanüstü, ademoğlu. Beşer bir şeyin güzelliğiyle ortaya çıkması, görünmesi demektir. (İbn Fâris, Mu'cemul Mekayîsi'l-Luğa, Mısır 1969, I, 251).



İ
BEŞER: BEŞER

24 Temmuz 2013 Çarşamba

BEŞÎR


Müjdeci ve müjde veren, güleç yüzlü insan. Bu kelime korkutucu ve tehlikeyi haber verici anlamına olan "nezîr" ifadesiyle beraber Kur'an-ı Kerîm'de sekiz yerde geçmekte olup peygamberler ha
BEŞÎR: BEŞÎR

23 Temmuz 2013 Salı

CELSE


Oturum, oturuş, aralıksız yapılan toplantı; bir konuyu görüşmeye yetkili kişilerin bir araya gelerek yaptıkları müzakere. Mahkemelerde, ilgili kimselerin katılmasıyla davaların görüş
CELSE: CELSE

CELVETİYYE


Bayramiyye tarikatının bir şûbesi. Ünlü mutasavvıf Azîz Mahmud Hüdai'ye nisbet edilen bir tarikat.



Arapça'da yerini, yurdunu, terk etmek mânâsına gelen celvet kelimesi, tas
CELVETİYYE: CELVETİYYE

CEMÂAT


İnsan topluluğu, bir fikir ve inanç etrafında toplanmış kimseler. İslâm cemâati.



İslâm dini, müslümanların cemâat halinde yaşamalarına; her hususta birbirlerini destekl
CEMÂAT: CEMÂAT

CEMÂAT NAMAZI


Cemâat; topluluk ve toplanma, bir araya gelme demektir.



Cemâat namazı; bir araya gelen müslümanların bir imama uyarak topluca kıldıkları namaza denilir.



"Dinin d
CEMÂAT NAMAZI: CEMÂAT NAMAZI

CEMÂL


Yaratılıştan güzel olmak, kişinin huyu güzel olmak.



Ayrıca kadınların güzelliğini dile getirmek için de kullanılır. Nitekim Hz. Peygamber bir hadislerinde şöyle buyurmak
CEMÂL: CEMÂL

CEMÂLULLAH


Allah'ın cemâli ve rahmeti. Cemâl; lügatte güzel olmak, güzel şekil ve sûret demektir. Ayrıca, herkesin bildiği renk güzelliği ve yumuşaklık anlamına geldiği gibi, her uzvun mizaç ve
CEMÂLULLAH: CEMÂLULLAH

CEMEL VAK’ASI


36/656 tarihinde dördüncü halife emirü'l-Müminin Hz. Ali ile Hz. Âişe taraftarları arasında Basra dolaylarında meydana gelen çatışma.



Üçüncü Raşid halife Hz. Osman (r.
CEMEL VAK’ASI: CEMEL VAK’ASI

CEM’İ TAKDÎM VE CEM’İ TE’HÎR


Namazın geciktirilmesi veya öne alınması ile ilgili bir fıkıh terimi.



Cem'; sözlükte birleştirmek, toplamak, biraraya getirmek demektir. Takdîm; öne almak, öne geçirmek, te
CEM’İ TAKDÎM VE CEM’İ TE’HÎR: CEM’İ TAKDÎM VE CEM’İ TE’HÎR

el-CEMİL


Güzel olan anlamında Allah'ın isimlerinden biri. Hüsn ile aynı manaya gelir. Allah, bütün güzellikleri yaratmıştır, O, güzeller güzelidir. Güzelleştiren Allah, güzeldir ve güzellikler
el-CEMİL: el-CEMİL

CEMİYET


Topluluk, kalabalık, heyet, komisyon, meclis, cemaat.



Cemiyet veya toplum; başta kendi kendini koruma ve varlığını sürdürme olmak üzere bir çok temel çıkarlarını gerçekle
CEMİYET: CEMİYET

CEMRE


Kor ateş, şubat ayı sonu ile mart ayı başında önce havaya sonra suya en sonunda toprağa düştüğü kabul edilen ısıtıcı şey. Tıpta, çok iltihaplı bir çıban.



Istılah
CEMRE: CEMRE

CENÂBET


Boy abdesti (gusül) almayı gerektiren durum; büyük abdestsizlik hâli; bu durumda olup da henüz gusletmemiş olan kimse.



Cenâbet olan, yani cinsî münasebette bulunmuş yahut rü
CENÂBET: CENÂBET

CENÂZE


Gömülmemiş ve gömülmeye hazırlanmış insan ölüsü. Ölüyü gömmek için yapılan tören ve işlemler. İslâm bu tören ve işlemler ile ilgili olarak bazı emir ve nehiyler getirmiştir. G
CENÂZE: CENÂZE

CENİN


Ana karnındaki çocuk hakkında kullanılan bir ıstılah. Bu devre, çocuğun ana karnına düştüğü andan itibaren doğuma kadar devam eder. Bir damla kan pıhtısından, giderek insan şeklini
CENİN: CENİN

CENNET


Ağaçlı bahçe; yeşillikleri bol bostan; sık dal ve yaprakları ile yeri gölgelendiren hurmalık ve bağlık.



Peygamberlerin davetine uyarak iman edip, dünya ve ahirete ait işler
CENNET: CENNET

CERH ve TA’DÎL


Cerh; yaralamak, sövmek; ta dîl, düzeltmek, hizaya getirmek, tezkiye etmek demektir.



Istılahî manaları ise; Cerh, günahkârlık, tedlis (karıştırıcılık), yalancılık gibi
CERH ve TA’DÎL: CERH ve TA’DÎL

CERÎB


Osmanlı İmparatorluğu döneminde Arap ülkelerinde kullanılan bir ölçü. Cerîb, daha çok hububat için kullanılan bir ölçüdür. Osmanlı İmparatorluğu devrinde Arap ülkelerinde kullanı
CERÎB: CERÎB

CEVÂMİÜ’L-KELİM


Az söz ile çok manayı ifade eden edebî vecizeler. Bu tariften hareketle, Kur'an-ı Kerîm'in tamamı bir cevâmiu'l-Kelim olduğu gibi, Hz. Peygamber'in bir çok hadisleri de birer cevâmiü'l-kel
CEVÂMİÜ’L-KELİM: CEVÂMİÜ’L-KELİM

CEZBE


Sürüklemek, kendisine çekmek. Sâlikin beşerî vasıflarından soyutlanma ile ilâhî sıfatları kazanma ve tecellileri müşahede etmesi anlamında bir tasavvuf terimidir.



Cezbe;
CEZBE: CEZBE

CİÂLE


Bir kimseye bir fiilinden dolayı tespit edilen veya yaptığı bir iş için kendisine verilen ücret, ödül veya meblağ; ödül vadetmek. Ciâle bir ödül akdi veya tek yanlı iradeyle meydana ge
CİÂLE: CİÂLE

CİBRİL HADÎSİ


Cebrail aleyhisselâm, Hz. Peygamber'in de aralarında bulunduğu bir sahabe' topluluğuna insan suretinde gelmiş, iman, İslâm, ihsan ve kıyamet alâmetleri gibi bazı soruları Allah Rasûlüne s
CİBRİL HADÎSİ: CİBRİL HADÎSİ

CİBT


Cibt'in ne anlama geldiği konusunda çok çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. "Müfredât" sahibi Râğıb el-İsfahânî'ye göre, "kendisinde hayır bulunmayan her bayağı şeye cibt" den
CİBT: CİBT

CİFR HESABI


Harflere verilen sayı değerleri ile geleceğe veya mazideki olaylara tarih düşürmek yahut isme dair işaretler çıkarmak ilmi. Ebced* hesabına yakın bir ilmin adıdır. Kelime olarak; sütten
CİFR HESABI: CİFR HESABI

CİHÂD


Çalışmak, uğraşmak, çabalamak, gayret sarfetmek.



İslâm'ın yükselmesi, korunması ve yayılması için her türlü çalışmada bulunmak, uğraşmak, gayret sarfetmek ve bu yol
CİHÂD: CİHÂD

CİHÂD EMİRİ


Arapça'da "cihâd" kelimesi; bir amaca ulaşabilmek için, kişinin elinden gelen her türlü çabayı sarfetmesi anlamına gelir. "Kutsal savaş" ile eş anlamlı değildir. Bundan daha geniş bir a
CİHÂD EMİRİ: CİHÂD EMİRİ

CİLBÂB


Müslüman kadını baştan aşağı örten çarşaf, ferâce ve câr gibi dış kıyafet. Gerek Medine döneminde gerek daha sonra ki dönemlerde mümin kadınların evden dışarıya çıktıkları
CİLBÂB: CİLBÂB

CİMÂ’


Kadınla erkeğin cinsi temasta bulunması. İslâmiyet insan yaratılışına uygun en tabiî bir dindir. Bu nedenle müminleri evlenmeye teşvik etmiştir. Evlilik sayesinde cinsi arzular tatmin edi
CİMÂ’: CİMÂ’

CİMRİLİK


Harcanması gereken malı sarfetmekten kaçınmak, para ve malı çok sevdiğinden dolayı, başkasına bir şey vermekten çekinmek.



Dinimiz, başta zekât olmak üzere bazı malî har
CİMRİLİK: CİMRİLİK

CİN


Gizlenmek, gizli kalmak, gözle görülmeyen gizli kuvvetler.



Cinlerin bir tek ferdine "cinnî" denir. "cânn" kelimesi cin ile eşanlamdır. Ğûl ve ifrit cinlerin değişik türlerid
CİN: CİN

CİN SÛRESİ


Kur'an-ı Kerîm'in yetmişikinci suresi. Mekke'de nazil olmuştur. Yirmisekiz ayet, ikiyüz seksenbeş kelime ve yediyüzellidokuz harften ibarettir.



Fasılası "elif"tir. Cinlerden ba
CİN SÛRESİ: CİN SÛRESİ

CİNÂYET


Adam öldürme, cana kıyma. Kelime olarak meyveyi ağaçtan toplamak anlamındadır. Sonradan, insanların yapmış oldukları herhangi kötü bir davranışa isim olmuştur. Buna göre cinayet "ceza
CİNÂYET: CİNÂYET

CİNNET


Cin tutma, delilik, çılgınlık, davranış uyumsuzluğu, aklın zail olması. Buna cünûn da denir. Cinnet Kur'an-ı Kerîm'de bu mânâda birkaç yerde geçer: "Yoksa O'nda Cinnet mi vardır?" (S
CİNNET: CİNNET

Cİ’RÂNE OLAYI


Peygamber Efendimiz'in Huneyn gazvesinde elde edilen ganimetleri dağıtımı sırasında ortaya çıkan hâdise.



Mekke Fethi'nden hemen sonra Hevâzin ve Sakîf kabilelerinin büyük b
Cİ’RÂNE OLAYI: Cİ’RÂNE OLAYI

CİZYE


İslâm devleti bünyesinde yaşayan gayr-i müslim vatandaşların mükellef olan erkeklerinden can ve mallarını koruma bedeli olarak yılda bir defa alınan vergi. Buna cizye denilmesinin sebebi,
CİZYE: CİZYE

CÖMERTLİK


Cömert; Eli açık, ikramcı, kerem sahibi. Cömertlik; Sehâvet, İkram, ihsan ve yardım alışkanlığı.



Cömertlik; insanın, sahip olduğu imkânlardan, muhtaçlara meşrû ölç
CÖMERTLİK: CÖMERTLİK

CUM’A NAMAZI


Cum'a günü öğlen namazı vakti içinde bir hutbeden sonra cemaatle ve cehren kılınan iki rekat farz-ı ayn namaz.



Cum'a Arapça bir isim olup, "toplanma, bir araya gelme, toplu do
CUM’A NAMAZI: CUM’A NAMAZI

CUM’A SÛRESİ


Kur'an'ın altmış ikinci suresidir. Medîne'de nazil olmuştur. On bir âyet, yüzseksen ketime, yediyüz harften ibarettir. Fâsılası "mîm" ve "nûn" harfleridir. Sure, adını dokuzuncu ayetind
CUM’A SÛRESİ: CUM’A SÛRESİ

CUMHÛR-U FUKAHÂ


Fakîhlerin çoğunluğu. Fıkıh, lügatte; bilmek, anlamak bir şeyi şuurlu bir şekilde kavramak, kendisine hüküm taalluk eden gizli bir manaya vakıf olmak (el-İsra, 17/44) ve bir şeyin künh
CUMHÛR-U FUKAHÂ: CUMHÛR-U FUKAHÂ

CÛVEYRİYE BİNTÜ’L-HÂRİS


Hz. Peygamber'in zevcesi ve müminlerin annesi.



Hz. Cüveyriye, Mustalikoğulları kabilesinin başkanı Hâris b. Ebî Dırar'ın kızıdır. Aynı kabileden Safvân oğlu Musâfi'den
CÛVEYRİYE BİNTÜ’L-HÂRİS: CÛVEYRİYE BİNTÜ’L-HÂRİS

CÜRÜM


Ceza gerektiren, suç hata günah, kabahat, isyan. Cerîme de aynı anlamdadır. Cürüm sayılan her hangi bir işi işleyene "mücrim" denir. Mücrim kelimesi Kur'ân'da bir çok âyette geçmekte o
CÜRÜM: CÜRÜM

CÜZ’İ İRÂDE


İstemek, arzu etmek, tercih etmek, insanın Allah'a itaat veya ona isyan etmesi ile ilgili olan sınırlı iradesi. Alternatiflerden birine meyletme kabiliyeti bulunanın, iradesi vardır demektir. Y
CÜZ’İ İRÂDE: CÜZ’İ İRÂDE

ÇALGI ÇALMA


Herhangi bir müzik aleti ile ritimli ses çıkarma.



Kur'ân-ı Kerîm'de çalgı çalmayla ilgili ne lehte ne de aleyhte açık bir hüküm yoktur. Ancak müctehidler bu mevzuda, Kur'
ÇALGI ÇALMA: ÇALGI ÇALMA

ÇALIŞMAK


Bir iş meydana getirmek için zihnî ve bedenî güç sarf etmek, gayret etmek, uğraşmak.



İslâm nizamı dengeli bir nizamdır. İnsanı iki âlem için hazırlamaktadır. Bunlardan
ÇALIŞMAK: ÇALIŞMAK

ÇARŞAF


Müslüman kadınların tesettür maksadıyla giydikleri kolsuz, bol ve geniş üst örtünün adı. Buna "car" da denilirdi. Eskiden müslüman kadınlar ferâce giyerlerken, Hicaz ve diğer Ortadoğ
ÇARŞAF: ÇARŞAF

ÇEK


Kontrol işareti, kontrol, karşılaştırma, tutma, emanet makbuzu. Bir terim olarak; mevcut ve emre hazır bir karşılık üzerine çekilmiş bir nevi ödeme emridir. Bunun İslâm hukukundaki kar
ÇEK: ÇEK

ÇEYİZ


Gelin eşyası. Çeyiz kelimesi Arapça cihazdan gelmiştir. Çehiz yerine çeyiz şeklinde kullanımı yaygındır. Evlenecek kız çocukları için hazırlanan her türlü şahsî eşya veya ev eşy
ÇEYİZ: ÇEYİZ

ÇİLE


Izdırap veren hal, zahmet, meşekkat, eziyet. Dervişlerin tasavvufta, ahlâkın tezkiyesi ve vicdanın tasfiyesi için kırk gün kırk gece ibadet ederek nefsi terbiye etme işi. Bunların dışın
ÇİLE: ÇİLE

ÇOCUK


Doğumundan bülûğ yaşına kadar insan yavrusu, evlât.



Allah'u Teâlâ Hz. Âdem (a.s.)'e bizzat hayat verdikten sonra, muayyen bir yolla erkekle kadının birleşmesi, erkek ve di
ÇOCUK: ÇOCUK

ÇOCUK İSTEME (İSTİLÂD)


Bir erkeğin, eşinden çocuk istemesi anlamında kullanılan bir İslâm hukuku terimi.



İslâm toplumunun güçlü olmasına önem veren dinimiz çocuk ve neslin çoğalmasını benim
ÇOCUK İSTEME (İSTİLÂD): ÇOCUK İSTEME (İSTİLÂD)

ÇORAP ÜZERİNE MESHETMEK


Çorap, Arapça "cevreb"in Türkçe söylenişidir. Bu kelime Farsça "kevreb" kelimesinin Arapça'ya geçmiş şeklidir. Çoğulu "cevârib"dir. Müfredi, "ayak sargısı" anlamına gelir (İbn Manz
ÇORAP ÜZERİNE MESHETMEK: ÇORAP ÜZERİNE MESHETMEK

22 Temmuz 2013 Pazartesi

EBRÂR


Özü, sözü doğru olanlar. Sâdıklar. İyiler. "Bârr" kelimesinin çoğuludur. Kelimenin aslı "berr" olup kara anlamındadır. "Birr"* sözcüğü buradan alınmış olup çok iyilik etmek anlam
EBRÂR: EBRÂR

Hz. EBU BEKİR ES SIDDÎK (r.a)


Hz. Muhammed (s.a.s.)'in İslâm'ı tebliğe başlamasından sonra ilk iman eden hür erkeklerin; raşit halifelerin, aşere-i mübeşşerenin ilki. Câmiu'l Kur'an, es-Sıddîk, el-Atik lakaplarıyla
Hz. EBU BEKİR ES SIDDÎK (r.a): Hz. EBU BEKİR ES SIDDÎK (r.a)

EBÛ’L-BEŞER


İnsanların babası. Hz. Âdem*in künyesi. Ebû'l-Beşer, "eb" ve "elbeşer" kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen bir terimdir. Eb, lügatta baba demektir. Ayrıca; dede, amca, birşeyin sahi
EBÛ’L-BEŞER: EBÛ’L-BEŞER

EBU CEHÎL


İslâm'ın ilk döneminde Peygamber efendimizin en azılı düşmanı ve Kureyş'in ileri gelenlerinden biri.



Asıl adı Amr b. Hişâm el-Muğira olup önceleri Ebû'l-Hakem künyesiy
EBU CEHÎL: EBU CEHÎL

EBU DÂVUD


Kütüb-i Sitte adı verilen büyük hadis mecmuâlarının Buhâri ve Müslim'den sonra gelen Sünen'in müellifi olan büyük muhaddis.



"İmam", "Şeyhu's-Sünne", "Mukaddemu'l-Huffâ
EBU DÂVUD: EBU DÂVUD

EBU’D-DERDÂ


Rasûlullah (s.a.s)'in, Kur'ân, fıkıh ve hadis ilimlerinde önde gelen ashâbından biri. Asıl adı Uveymir'dir. Hazrec kabilesine mensuptur. Hicrî ikinci yılda müslüman oldu. Vâkıdî'nin na
EBU’D-DERDÂ: EBU’D-DERDÂ

EBÛ DÜCÂNE


Hicretten önce İslâm'a giren Ensâr'ın kahramanlarından meşhur sahâbî. Asıl adı Sammak olup, Hazrec'in Saideoğulları kabilesine mensuptur.

Hz. Peygamber hicretin birinci yılında M
EBÛ DÜCÂNE: EBÛ DÜCÂNE

EBÛ EYYUB EL-ENSÂRÎ


Medineli müslümanlardan ve hicret sırasında Hz. Peygamber'i evinde misafir eden sahâbî.

Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd el-Ensarî en-Neccârî (r.a.); Ensâr'ın Hazrec kabilesinin Neccâroğ
EBÛ EYYUB EL-ENSÂRÎ: EBÛ EYYUB EL-ENSÂRÎ

EBU HANİFE


İmam Âzam (büyük İmam) lâkabıyla bilinen, Ebû Hanife künyesiyle meşhur Numân b. Sâbit b. Zevta (Zûta) mutlak müctehid ve fıkıhta Hanefi mezhebinin imamı.



Ebû Hanife, K
EBU HANİFE: EBU HANİFE

EBÛ HUREYRE


Çok hadis rivâyet eden meşhur sahâbî.

Adı, Abdurrahman b. Sahr; künyesi, Ebû Hureyre'dir. Câhiliye döneminde ismi Abdüşşems idi. Hz. Peygamber onu, Abdurrahman (bazı rivâyetlere
EBÛ HUREYRE: EBÛ HUREYRE

EBÛ LEHEB


Hz. Peygamber'in amcası, aynı zamanda onun en şiddetli düşmanı.



Kureyş eşrafından ve Peygamber efendimizin amcası olan Ebû Leheb'in asıl adı, Abdüluzzâ b. Abdulmuttalib b
EBÛ LEHEB: EBÛ LEHEB

EBÛ MUSA EL-EŞ’ARÎ


Sahâbî. Hz. Ali ile Muâviye arasındaki savaşta meşhur "hakem olayı"nda hakemlik yapan Ebû Musa el-Eş'ari, Yemenlidir. Asıl adı Abdullah'tır. Ailesi ile birlikte Rasûlullah'ı görmeden Ye
EBÛ MUSA EL-EŞ’ARÎ: EBÛ MUSA EL-EŞ’ARÎ

EBU SAİD EL-HUDRİ


Ashâb-ı kirâmın fakihlerinden biri. Sa'd b. Mâlik b. Sinan b. Ubeyd, Adiyy b. Neccâr kabilesindendir. Babası, Medine'de İslâm'ın tebliği başladığında müslüman olmuş, Ebû Said müsl
EBU SAİD EL-HUDRİ: EBU SAİD EL-HUDRİ

EBÛ TURÂB


"Toprak babası -veya- sahibi" anlamında Hz. Ali'ye Rasûlullah (s.a.s.) tarafından verilmiş bir künye.



Hz. Ali (r.a.), bu künyeyi çok severdi; fakat, zamanla bu künyenin ona ait
EBÛ TURÂB: EBÛ TURÂB

EBU UBEYDE B. el-CERRÂH


Emînü'l-Ümme lâkabıyla anılan, ilk müslümanlardan ve aşere-i mübeşşere* 'den olan sahâbî. Asıl adı Amir b. Abdullah b. el-Cerrâh'tır. Kureyş kabîlesinin Fihroğulları'ndandır. Ne
EBU UBEYDE B. el-CERRÂH: EBU UBEYDE B. el-CERRÂH

EBU YÛSUF


Hanefî mezhebinin imamı Ebû Hanife'den sonra gelen büyük Hanefi fâkihi .



Adı Ya'kub b. İbrahim el-Ensârî'dir. Irak bölgesinin fâkihi kabul edilen Ya'kub 113/731 yılında K
EBU YÛSUF: EBU YÛSUF

EBÛ’L-BEŞER


İnsanların babası. Hz. Âdem*in künyesi. Ebû'l-Beşer, "eb" ve "elbeşer" kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen bir terimdir. Eb, lügatta baba demektir. Ayrıca; dede, amca, birşeyin sahi
EBÛ’L-BEŞER: EBÛ’L-BEŞER

EBÛ ZERR el GIFÂRÎ


İlk müslümanlardan, sahâbî Ebû Zerr, Benû Gıfâr kabilesine mensub olup doğum tarihi bilinmemektedir. H. 31 (M. 651/652) yılında Mekke ile Medine arasında bir yer olan er-Rebeze'de vefât
EBÛ ZERR el GIFÂRÎ: EBÛ ZERR el GIFÂRÎ

ECEL


Belli bir zaman parçası ve bu parçanın sonu; vakit ve son.



Birşey için belirlenmiş zaman dilimine ecel denir. İnsanın veya herhangi bir canlının eceli, kendisine tâyin edile
ECEL: ECEL

ECİR


Ücretli, emekçi, işçi. Ecir, bir İslâm hukuku terimi olarak, "bir hizmet akdiyle bir ücret karşılığında meşrû olan bir işi yapmak üzere emeğini kiraya veren kişi" anlamına gelmekted
ECİR: ECİR

ECR-İ MİSİL


Benzerine göre tesbit edilen ücret. Ecr, sözlükte sevap, mükâfat, ücret ve karşılık demektir. Misil ise, eş, benzer, denk anlamlarına gelir. Bir İslâm hukuku terimi olarak ecr-i misil, i
ECR-İ MİSİL: ECR-İ MİSİL

ECR-İ MÜSEMMA


Belirlenmiş ücret, bedel.



Ecr; bedel, ücret, ödül, sâlih amele verilen sevap; ecr-i müsemmâ ise; tef'il bâbında ismi mef'ul bir kelime olup konuşulan, belirlenen, tesbit edil
ECR-İ MÜSEMMA: ECR-İ MÜSEMMA

EDA


Ödeme, yerine getirme, ifa, tarz ve üslûp; soğuk davranış, kurum ve kibir, naz ve işve.



"Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim ermenizi ve insanlar arasında hükm
EDA: EDA

EDEB MAHALLİ


İslâm hükümlerine göre kadın ve erkeğin örtülmesi zorunlu yerleri. Avret mahalli de denir. Kur'an buyruğunca her müslüman edeb mahâllini örterek gizlemekle yükümlüdür. Bununla birlik
EDEB MAHALLİ: EDEB MAHALLİ

EDEBÜ’L-KÂDÎ


Bu tamlama "edeb" ve "kâdı" kelimelerinden oluşmuştur. "Edeb" kelimesi insanın diğer insanlarla olan münâsebetlerinde veya günlük hayatında güzel ahlâk ve vasıflara sahip olması mânâs
EDEBÜ’L-KÂDÎ: EDEBÜ’L-KÂDÎ

EDİLLE-İ ERBAA


Dört delil: Kur'ân, Sünnet, İcmâ, Kıyas.



Edille, delil kelimesinin çoğuludur. Erbaa dört demektir. "Dört delil" anlamına gelir. Bu tâbir İslam hukukunda fıkhın dayandığ
EDİLLE-İ ERBAA: EDİLLE-İ ERBAA

EDİLLE-İ ŞER’İYYE


Şer'î deliller, şer'î hükümleri çıkarma yolları. Edille, delil kelimesinin çoğuludur. Delil de, kendisiyle, arzulanan bir amaca ulaşılan rehber, kaynak, dayanak demektir. Usûl-i Erbaa, E
EDİLLE-İ ŞER’İYYE: EDİLLE-İ ŞER’İYYE

EF’ÂL-İ MÜKELLEFİN


Yükümlülük sahibi olanların yaptıkları işler, fiiller.



Ef'âl "fiil", mükellefin de "mükellef" kelimesinin çoğuludur. "Teklif" mastarından türetilmiş olan bu kelime "yük
EF’ÂL-İ MÜKELLEFİN: EF’ÂL-İ MÜKELLEFİN

EFDAL


En faziletli, daha faziletli.



Efdal, f-d-l- kökünden gelmektedir. İki şey arasında izâfiyet ifâde eder. Yani bir şeyi başka bir şeyle karşılaştırmak suretiyle kullanılır
EFDAL: EFDAL

EFSUN


Efsun, füsûn olarak da kullanılır. Farsça'dan dilimize geçmiş olup, büyü ve sihir anlamındadır. Sihirbazların okudukları kelimelere olduğu gibi, hileye ve manasız şeye de denir.


EFSUN: EFSUN

EHL-İ BEYT


Hz. Peygamber (s.a.s.)'in ev halkı. Ehl-i Beyt, bir evde yaşayan aile fertleri, aile demektir. İslâm fıkıh terminolojisinde bir terim olarak Hz. Peygamber (s.a.s)'in hısımlarından kendilerine
EHL-İ BEYT: EHL-İ BEYT

EHL-İ BİD’AT


Bid'at ehli, hevâ ehli, dalâlet ehli, şüpheler (şubûhât) ehli, tefrika ehli. İlim ehline göre bunlar aynı şeyin değişik isimleridir. Bunlar Kitap ve Sünnet'e ve Ümmetin, ashabın yolunu
EHL-İ BİD’AT: EHL-İ BİD’AT

EHL-İ DALÂLET


Doğru yoldan, sırat-ı müstakîmden, Hz. Peygamber'in sünnet yolundan ayrılmış, bütün İslâm dışı din ve düşünce akımları.



Doğru yoldan çıkıp kaybolmak anlamıyla
EHL-İ DALÂLET: EHL-İ DALÂLET

EHL-İ HADÎS


Hadis ehli, Sünnet'e sahip çıkanlar, Sünnet ve Cemaat yolundan gidenler.



Ehl-i hadis terimi; hadis ilmine sahip çıkan, hadise önem veren, onu re'ye tercih eden ve müctehid imaml
EHL-İ HADÎS: EHL-İ HADÎS

EHL-İ HÂL


Tasavvufî halleri yaşayarak tadan, tanıyan mutasavvıf. Tasavvufî hayata giren insanlar belli başlı dört dereceye ayrılırlar. Bunlar tâlib, mürid, sâlik ve vâsil adını alırlar. Tâlib,
EHL-İ HÂL: EHL-İ HÂL

EHL-İ HAL VE’L-AKD


Sözlükte ehl sahip, hal azletmek, çözmek, akdi bağlamak, düğüm atmak ve seçmek anlamına gelir. Ehlü'l Hal ve'l-Akd; bir İslâm âmme hukuku terimi olup, İslâm devlet başkanını seçme
EHL-İ HAL VE’L-AKD: EHL-İ HAL VE’L-AKD

EHLÎ HAYVANLAR


Cenâb-ı Hakkın insanların istifâdesi için yarattığı uysal yaratılışlı hayvanlar.



Ehlî hayvanlar, ahırda, ağılda ve kümeste beslenen yırtıcı olmayan hayvanlardır; e
EHLÎ HAYVANLAR: EHLÎ HAYVANLAR

EHL-İ HİBRE


Ehl-i Vukuf, bilirkişi, eksper, hakimin, kendi ihtisası dışında kalan alanlarda bilgisine başvurduğu, konunun uzmanı kişi veya kişiler.



Bilinemeyen konuların, özellikle dava
EHL-İ HİBRE: EHL-İ HİBRE

EHL-İ KIBLE


Kıbleye dönüp namaz kılan müslümanlar, Ehl-i İslâm.



Ehl-i Sünnet* yahut ehl-i bid'atten olup kıbleye yönelerek namaz kılan bütün müslümanlara ehl-i kıble denilir. Ehl-i
EHL-İ KIBLE: EHL-İ KIBLE

EHL-İ KİTAP


İslâm literatüründe yahudiler ve hristiyanlar için kullanılan bir tâbir, kitab ehli.



Kur'ân-ı Kerîm, birçok yerde yahudiler ve hristiyanlardan, ehl-i kitap diye bahseder; had
EHL-İ KİTAP: EHL-İ KİTAP

EHL-İ SÂLİB


Ehl-i Kitâb'tan hristiyanlar, Haçlılar.



Arapça Sâlib kelimesi "haç" (istavroz, çarmıh) demektir. Ehl-i sâlîb, Haçlılar için kullanılır. Haç, Hristiyanlığın sembolü o
EHL-İ SÂLİB: EHL-İ SÂLİB

EHL-İ SÜNNET


Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sünnetine ve ashâbının (r.a) yoluna bağlı olan ve onların izlediği dini yol ve metodu benimseyenler. Kitap ve Sünnet üzerinde ittifak etmiş, ihtilâf ve tefrikadan
EHL-İ SÜNNET: EHL-İ SÜNNET

EHL-İ TERTİB


Tertibe uyan kimseler, tertip ehli düzen ehli.



Tertibin sözlük anlamı; tanzim etmek, dizmek, sıralamak ve düzene koymak, tedârik edip hazır hale getirmek, bir şeyi bir yere sâ
EHL-İ TERTİB: EHL-İ TERTİB

EHLİYET


İnsanın leh ve aleyhindeki haklara sahip olabilmesi, teklife muhâtap olma hâli.



Lügatta ehliyet; lâyık ve yeterli olmak demektir. Ayrıca; iktidar, liyâkat, istihkak, mahâret v
EHLİYET: EHLİYET

EHVEN-İ ŞER


Ehven, kelime anlamı itibariyle, "daha hafif"; şer ise, hayrın karşıtı olup, "meşru olmayan her türlü iş" demektir. Terkip olarak da ehven-i şer, diğerlerine kıyasla zarar ve fenalık bak
EHVEN-İ ŞER: EHVEN-İ ŞER

EİMME


İmamlar, İmam kelimesinin çoğulu. Kur'an'da misal, rehber, lider, önder, örnek, manalarında kullanılmıştır.



Allah'ın emirlerini yeryüzünde uygulayan İslâm devletinin ba
EİMME: EİMME

EİMME-İ ERBAA


Dört imam, ehl-i sünnet ekolünde tedvin edilmiş olan dört büyük mezhebin imamları hakkında kullanılan bir terim.



Eimme-i erbaa adı verilen dört imam; İmâm-ı Â'zam Ebû H
EİMME-İ ERBAA: EİMME-İ ERBAA

EİMME-İ SELÂSE


Üç imam. Hanefî mezhebinde İmâm-ı Â'zam Ebû Hanife Nu'man b. Sabit * (80-150/699-767) ile iki büyük öğrencisi olan İmam Ebû Yûsuf Yâkub b. İbrahim el-Ensârî* (113-183/731-799) ve İ
EİMME-İ SELÂSE: EİMME-İ SELÂSE

EL ÖPMEK


Sevgi, saygı ve hürmet ifadesi olarak yerleşmiş örfî, ahlâkı ve geleneksel bir hareket. Müslümanlar arasında küçüklerin büyüklere hürmetlerini göstermek için ellerini öpüp alınla
EL ÖPMEK: EL ÖPMEK

ELÇİ, ELÇİLİK


Bir devleti başka bir devlette temsil eden kimse, sefir, bir kişiye veya bir topluluğa haber ulaştıran kişi, peygamber, peygamberlere gelen vahiy meleği. Kelimenin ilk şekli Türkçe'de "ilçi
ELÇİ, ELÇİLİK: ELÇİ, ELÇİLİK

Bir Kıssa Bin Hisse - Orucu Bazen Bozmak Gerek



Bir Kıssa Bin Hisse - Orucu Bazen Bozmak Gerek: Bir Kıssa Bin Hisse - Orucu Bazen Bozmak Gerek

ELFÂZ-I KÜFÜR


Elfâz'ın tekili olan lâfız; söz, sözcük ve ifade demektir. Küfür ve küfr ise "kefera" fiilinden mastar olup, sözlükte; bir şeyi örtmek anlamına gelir. Kalbindeki imanını örten kimsey
ELFÂZ-I KÜFÜR: ELFÂZ-I KÜFÜR

EL-HÜKMÜ LİLLÂH (HÜKÜM ALLAH’INDIR)


Hüküm: karar, kanun, yasa, kuvvet, hâkimlik, âmirlik, kumanda, nüfuz, tartışılmaz dinî kaide manalarına gelir. Lillâhi kelimesi "hüküm"le birlikte ele alınırsa hükmün Allah'a ait oldu
EL-HÜKMÜ LİLLÂH (HÜKÜM ALLAH’INDIR): EL-HÜKMÜ LİLLÂH (HÜKÜM ALLAH’INDIR)

EL-IYÂZU BİLLAH


Allah'a sığınmak, "Allah'a sığınırım", "Allah'a sığınırız" veya "Allah esirgesin" anlamında kullanılan bir terim.



İnsan kızınca şeytan hemen onun nefsine hâkim olur.
EL-IYÂZU BİLLAH: EL-IYÂZU BİLLAH

el-MENZİLETÜ, BEYNEL-MENZİLETEYN


İki makam ve mekân arasında bir mekan anlamında kullanılan bir kelâm ilmi terimi. Bu Hasan Basri'nin talebelerinden, Vasil İbn Ata'nın H. (80-131) öncüsü olduğu Mu'tezile mezhebinin Ehli S
el-MENZİLETÜ, BEYNEL-MENZİLETEYN: el-MENZİLETÜ, BEYNEL-MENZİLETEYN

HZ. ELYESA’ (a.s.)


İsrailoğulları'na gönderilen peygamberlerden biri.

Elyesa' (a.s.)'ın ismi Kur'an'da iki defa geçmekte (el-En'âm, 6/86 ve Sid, 38/48). Ahd-i Atık'te de Elîşa' seklinde zikredilmektedir
HZ. ELYESA’ (a.s.): HZ. ELYESA’ (a.s.)

EMÂN


Emin olmak, güvenmek, korkmamak, endişeden kurtulmak. Emânet, emn ve emene de "emân"ın eşanlamlısı mastarlardır. Zıddı korkmaktır. Diğer yandan emânet, bir kimsenin güvenilir olması an
EMÂN: EMÂN

EMÂNET


Birisinin koruması için bırakılan maddî ve manevî hak. Emniyet edilip inanılan şey. Peygamberlerde bulunan sıfatlardan biri de "emânet"tir. Kur'an'a, Sünnete ve Resulullah'ın eşyasına da
EMÂNET: EMÂNET

EMEKLİ, EMEKLİLİK


Başkasına ait bir işi ücret karşılığında yapmayı üstlenen kimseye "işçi" "ecîr" * başkasını bir ücret karşılığı çalıştıran kimseye de "işveren" "müştecir" denir. İslâm'
EMEKLİ, EMEKLİLİK: EMEKLİ, EMEKLİLİK

EMİN


Allah (c.c.)'ın bir ismi ve resullerin bir vasfını belirten Kur'an-ı bir terim.



"el-Emin", "E-Mi-Ne" fiilinden ism-i fâildir. "E-Mi-Ne"; korkusuz ve âsude olmak, "el-Emin" ise "ko
EMİN: EMİN

EMİR


Belli bir topluluk üzerinde emrini yürüten kişi. Devlet başkalığından başlayarak çeşitli kademelerdeki yöneticilere verilen ünvan. Bu anlamıyla yerine göre İmam, Halife, Vali, Komutan
EMİR: EMİR

EMÎRU’L MÜMİNÎN


Müminlerin emîri, halife, İslâm ümmetinin lideri, idarecisi anlamında kullanılan bu tabir, Hz. Peygamber (s.a.s.) in vefâtından sonra ilk olarak ikinci halife Hz. Ömer (582-644 M.) için kul
EMÎRU’L MÜMİNÎN: EMÎRU’L MÜMİNÎN

EMİRÜ’L-HACC


İslâm'da devlet başkanı tarafından hac farizasının idâre ve organizesi için tâyin edilen başkan. Vedâ Haccı'nda uygulanan ve ilk defa Ebû Bekir (r.a.)'in yaptığı hac emirliği müesse
EMİRÜ’L-HACC: EMİRÜ’L-HACC

EMR-İ Bİ’L-MA’RUF NEHY-İ ANİ’L-MÜNKER


İyiliği emretme, kötülükten alıkoyma.



Maruf, şerîatın emrettiği; münker, şerîatın yasakladığı şey demektir. Başka bir deyimle Kur'an ve sünnete uygun düşen şeye m
EMR-İ Bİ’L-MA’RUF NEHY-İ ANİ’L-MÜNKER: EMR-İ Bİ’L-MA’RUF NEHY-İ ANİ’L-MÜNKER

EMVÂL-İ BÂTINA


Bâtını veya gizli mallar. Gizli olan veya zekât memurlarından gizlenmesi mümkün ve kolay olan mallar bu gruba girer. Bunların tam olarak tespiti zordur. Ancak sahiplerinin beyanı, herhangi bi
EMVÂL-İ BÂTINA: EMVÂL-İ BÂTINA

EMVAL-İ ZÂHİRE


Açıkta olan, görülebilen, saklanması kolay olmayan mallar.



Emvâl, "mal"ın çoğuludur. Mal; insan tabiatının meylettiği ve ihtiyaç için biriktirdiği şeylerdir. Birşeyin m
EMVAL-İ ZÂHİRE: EMVAL-İ ZÂHİRE

EN’ÂM SÛRESİ


Kur'an-ı Kerîm'in altıncı suresi, Mekke'de bir defada nazil olmuştur. Ancak; 91, 92, 93 ve 151, 152, 153. ayetlerin Medine'de indiği rivâyet edilir. Surenin bütünü 165 ayet, üçbinelli iki
EN’ÂM SÛRESİ: EN’ÂM SÛRESİ

ENBİYÂ


Peygamberler, Nebî kelimesinin çoğulu. Nebî, peygamber demektir. Farsça bir kelime olan 'peygamber''in kelime anlamı; "haber getiren"dir. "Resul" kelimesi de peygamber demektir. Ancak nebî ile
ENBİYÂ: ENBİYÂ

ENBİYA SURESİ


Kur'an-ı Kerîm'in yirmibirinci suresi. Mekke'de nâzil olan bu surenin ayetleri yüzoniki; kelimeleri binyüzaltmışsekiz; harfleri dörtbinsekizyüzdoksan; fasılası "mîm" ve "nûn" harfleridir.
ENBİYA SURESİ: ENBİYA SURESİ

ENES B. MÂLİK


Milâdı 613 yıllarında Medine'de doğan ve milâdı 709 (h.90) yılında Basra'da vefât eden Hz. Enes b. Mâlik'in neseb silsilesi: Enes b. Mâlik b. Nadr b. Bamdam b. Zeyd b. Haram b. Cündüb b.
ENES B. MÂLİK: ENES B. MÂLİK

ENFÂL SURESİ


Kur'an-ı Kerîm'in sekizinci sûresi. Yetmişaltı ayet, binikiyüz kelime, beşbinikiyüz doksan dört harftir. Fasılası, nun, mim, ba, ra, ta, kaf ve dal harfleridir. Medine'de Bakara suresinden
ENFÂL SURESİ: ENFÂL SURESİ

ENFÛS


Nefisler, ruhlar, canlar, yasayanlar. Nefsin çoğulu; enfûs ve nüfûs.



İnsanın iç dünyası, psikolojik yapısı, ruh âlemi.



Mâbi'l enfûs: Nefislerde olan enfûs
ENFÛS: ENFÛS

ENSÂR


Mekke'den Medine'ye hicret ettikleri zaman (M. 622) Peygamber efendimiz (s.a.s.) ve muhâcirlere kucak açıp tüm imkânlarıyla yardım eden Medineli müslümanlar.



Lûgat itibarıyla
ENSÂR: ENSÂR

ERKAM B. EBİ’L-ERKAM VE EVİ


Mekke'de müslüman olan ilk sahâbîlerden biri. Erkam b. Ebi'l-Erkam b. Esed b. Abdullah b. Ömer b. Mahzûm; künyesi Ebû Abdullah'tır. Babasının adı Abdü Menâf; annesinin adı Ümeyye binti
ERKAM B. EBİ’L-ERKAM VE EVİ: ERKAM B. EBİ’L-ERKAM VE EVİ

ERŞ


Anlaşmazlık, ihtilâf, düşmanlık, diyet; rüşvet, adam öldürme hariç yaralama diyeti. Çoğulu "ürûş"tur. Bir İslâm hukuku terimi olarak, yaralanan ve kesilen uzuvlardan dolayı verilmes
ERŞ: ERŞ

ES’AD B. ZURÂRE


Sahâbe-i Kirâm'dan, Hz. Peygamber (s.a.s.) ile Akabe denilen yerde karşılaşıp müslüman olan ilk Medinelilerden.

Tam adı Ebû Umâme Es'ad b. Zürâre b. Udes b. Übeyd b. Sa'lebe b. Ga
ES’AD B. ZURÂRE: ES’AD B. ZURÂRE

ESÂTÎRU’L-EVVELİN


Öncekilerin Masalları. "Esâtîr", "setara" kelimesinden türemiş çoğul bir kelime olup, tekili, "ustûr, ustûre veya estîr, estıra" dır. Bâtıl olan, aslı olmayan uydurma hikâyeler ve "ev
ESÂTÎRU’L-EVVELİN: ESÂTÎRU’L-EVVELİN

ESBÂBU’N-NÜZÛL


Kur'an-ı Kerîm ayetlerinin iniş nedenleri.



Bazı ayetler, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e yöneltilen bir soru yada vukûbulan belli bir olay üzerine inerdi. Ayetlerin inişinde etken olan
ESBÂBU’N-NÜZÛL: ESBÂBU’N-NÜZÛL

ESER


İz, belirti, bir şeyden arta kalan, bakiyye. Hz. Peygamber'in mübarek emânetlerine de eser denilir. Çoğulu âsâr'dır. Hadis ve haberle eş mânâda kullanılan bu terim, ıstılahta Hz. Peygam
ESER: ESER

ESÎR, ESÂRET


Savaş sırasında ele geçirilen düşman askerleri. Esir, erkek olabileceği gibi kadın da olabilir. İslâm'da, müslüman savaşçının, harp öncesi, harp sırasında ve harp sonrası uyacağı
ESÎR, ESÂRET: ESÎR, ESÂRET

ESMÂÜ’L-HÜSNÂ


Cenâb-ı Allah'ın güzel isimleri.



Yasadığımız dünya, felekler, yıldızlar, ay ve güneş birer âlemdir. Bütün bu âlemler bir ahenk içindedirler. Bu, Allah'ın Rab sıfatı
ESMÂÜ’L-HÜSNÂ: ESMÂÜ’L-HÜSNÂ

ESNEMEK


Uyku, yorgunluk veya can sıkıntısı halinde, elde olmadan, ağzın kendiliğinden açılarak, uzunca bir nefes alıp verme hali. Bu hal bir bakıma, dalgınlık ve gaflet haline benzer. Bu ise, mü
ESNEMEK: ESNEMEK

EŞ’ARÎ


Eş'ariyye ekolünün temsilcisi olan Ebu'l Hasen Eş'ârî'nin uzun adı Ali b. İsmail b. Ebı Bişr İshak b. Salim b. İsmail b. Abdullah b. Musa b. Bilâl b. Ebı Bürde b. Mûse'l-Eş'ârî'dir.
EŞ’ARÎ: EŞ’ARÎ

EŞ’ARİYYE


Ebu'l-Hasen el-Eş'ârî'nin (324/935-36) öncülüğünü yaptığı, kelâm metodunu benimseyen kelâm ekolü. Çoğulu "Eşâ'ira" gelir.



Eş'ariyye ismi, her ne kadar, Ehl-i Sünnet
EŞ’ARİYYE: EŞ’ARİYYE

EŞHURU’L-HURUM


Haram aylar, hürmete lâyık aylar (Zilkâde, Zilhicce, Muharrem, Receb). Bu aylarda savaş yapmak yasak olduğu için bu adı almıştır.



Câhiliye devrinde Araplar arasında iç sav
EŞHURU’L-HURUM: EŞHURU’L-HURUM

ETİ YENEN HAYVANLAR


İslâm dini, birtakım hayvanların etini helâl kılarken, bazı hayvan çeşitlerinin etlerini yemeyi de yasaklamıştır. Kur'an-ı Kerîm'de ve Hz. Peygamber'in sünnetinde bu konu ile ilgili hü
ETİ YENEN HAYVANLAR: ETİ YENEN HAYVANLAR

ETİ YENMEYEN HAYVANLAR


Allah insana, istifadesine sunduğu hayvanlardan nasıl yararlanması gerektiğini de öğretmiş ve "temiz" olanların etinden yemeyi helâl kılmıştır. Ancak, yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerîm'de
ETİ YENMEYEN HAYVANLAR: ETİ YENMEYEN HAYVANLAR

EVLAT EDİNME


İslâm'da çocuk, prensip olarak kadının evli bulunduğu erkeğe nisbet edilir. Doğuran kadın, annesi; nikâhlı koca da babası olur. Bu yüzden, evlâtlık anlamına gelen Arapça "da'y" tâbir
EVLAT EDİNME: EVLAT EDİNME

EVLENME, EVLİLİK


Bir erkekle bir kadın arasında Allah'ın koyduğu prensipler çerçevesinde akdedilen muamele. İslâm nazarında bir ibadet kabul edilen evlilik ile ilgili olarak, İslâm Hukuku'na dair yazılan k
EVLENME, EVLİLİK: EVLENME, EVLİLİK

EVLİYÂ


Veliler, Allah'ın sadık dostları, Allah'ın şerîatına bağlı olan kimseler. Kur'an-ı Kerîm'de evliya kelimesi, insanların sahte ilâh ve mâbudlar hakkındaki çeşitli inanç ve davranışl
EVLİYÂ: EVLİYÂ

EVS


Medineli bir kabile olup, İslâm döneminde ensârın bir bölümünü oluşturmuştur.



Arapların Kahtânoğulları soyundan Ezd kabilesine bağlı bir kol olan Evs kabilesi, önceler
EVS: EVS

EVTAS OLAYI


Hicretin sekizinci yılında Huneyn gazvesinden sonra meydana gelen olay.



Mekke'nin fethinden sonra Nasroğulları kabilesinden Mâlik b. Avf liderliğinde Hevâzin ve Sakıf kabileleri
EVTAS OLAYI: EVTAS OLAYI

EVVÂBİN NAMAZI


Akşam namazının sünnetinden sonra kılınan altı rekâtlık gayr-i müekked namaz. Evvâb, faal vezninde ism-i fâildir, günâhları terk ve hayırlı işler yapmak sûretiyle Allah'a dönen dem
EVVÂBİN NAMAZI: EVVÂBİN NAMAZI

EYYÂM-I MA’DÛDE


Sayılı günler. Kur'an'da bilhassa Ramazan ayı ve Kurban Bayramı'nda teşrik tekbirlerinin alındığı günler için kullanılan bir tabir.



Kur'an-ı Kerîm'de orucu emreden ayet-i
EYYÂM-I MA’DÛDE: EYYÂM-I MA’DÛDE

HZ. EYYÛB (a.s.)


Hz. İbrahim soyundan gelen bir peygamber.

Eyyûb (a.s.)'dan Kur'an'da dört yerde bahsedilir ve sabır örneği olarak takdim edilir (en-Nisâ, 4/163; el-En'âm, 6/84; el-Enbiyâ, 21/83; Sâd,
HZ. EYYÛB (a.s.): HZ. EYYÛB (a.s.)

EZAN


Müslümanlara, günde beş kez, belli bir yerde namaz kılmaları ve namaz için toplanma vaktinin geldiğini ilân etmek, namaz için yapılan çağrı. Arapça bir kelime olan ezan; bildirmek, ilâ
EZAN: EZAN

EZELİ


Başlangıcı olmayan. Ezeli ve ebedi olan yalnız Allah'tır.



Allah'a iman, O'nun zâtına, kemal sıfatlarına inanmayı ve vasfedilmekten münezzeh bulunduğu noksan sıfatlarını i
EZELİ: EZELİ

21 Temmuz 2013 Pazar

Bir Kıssa Bin Hisse - Otuz Senelik Ekmek



Bir Kıssa Bin Hisse - Otuz Senelik Ekmek: Bir Kıssa Bin Hisse - Otuz Senelik Ekmek

FÂSİT NİKÂH


Sıhhat şartlarından birisi bulunmaksızın akd olunan nikâh rükün veya meydana gelme. (İn'ikad) şartlarından birisi eksik bulunursa, nikâh bâtıl olur. Temyiz gücüne sahip olmayan küçü
FÂSİT NİKÂH: FÂSİT NİKÂH

HZ. FÂTIMA (r.a)


Hz. Muhammed (s.a.s.)'in neslinin kendisiyle devam ettiği en küçük kızı. Müslümânların dördüncü halifesi "ilmin kapısı" Hz. Ali (r.a.)'ın hanımı. Kerbela'da zulme boyun eğmeyip baş
HZ. FÂTIMA (r.a): HZ. FÂTIMA (r.a)

FÂTIR SÛRESİ


Kur'an-ı Kerîm'in otuz beşinci sûresi. Mekke'de nazil olmuştur. Kırkbeş ayet, yediyüz yetmişyedi kelime, üçbinyüzotuz harftir.



Fasılası, Râ, Mim, Nun, Dal, Zı, Be, Elif
FÂTIR SÛRESİ: FÂTIR SÛRESİ

FÂTİHA SÛRESİ


Kur'an-ı Kerîm'in ilk suresi.



Fâtiha, "açılacak şeylerin başı, ilk açılacak yer" demektir. Mukabili "hâtime"dir. Bu sûreye, Allah kelâmının başında bulunduğu yahut nam
FÂTİHA SÛRESİ: FÂTİHA SÛRESİ

FAZİLET


Güzel ve iyi huy, kişiyi iyilik yapmaya yönelten duygu, erdem. Zıddı, rezillettir. Dinimiz, müslümanların her türlü görevlerini yerine getirerek olgun ve yüksek bir ahlâka sahip olmaları
FAZİLET: FAZİLET

FECR SURESİ


Kur'an-ı Kerîmin seksendokuzuncu suresi. Mekke'de inmiştir. Otuz ayettir. İsmini, ilk ayetindeki 'fecr' sözcüğünden almıştır. fâsılası Ra, Dal, Bâ, Nûn, Mim, Elif, Tâ harfleridir. Sû
FECR SURESİ: FECR SURESİ

FECR, FECİR


Güneşin doğmaya başlama zamanı, tan vakti, güneşin doğmasından önceki alacakaranlık.



Fecr (yahut fecir) sözlük anlamı yarmak demektir. Araplar yerden suyun toprağı yarar
FECR, FECİR: FECR, FECİR

FELÂH


Gâyeye ulaşmak, durumun iyi olması, baka (kalış), kurtuluş, yarmak, açmak gibi anlamlara gelen bir terim. Ezanda geçen "HAYYE 'ALE'L FELAH" kurtuluşa yönelim anlamındadır. Aynı kökten ge
FELÂH: FELÂH

FELÂK SÛRESİ


Kur'an-ı Kerîm'in yüzonüçüncü suresi.



Kur'an'ın son sûresi olan Nâs suresi ile birlikte bu iki sûreye "Muavvizeteyn"* (sığınma sureleri) denilir. Bunların Mekkî mi Meden
FELÂK SÛRESİ: FELÂK SÛRESİ

FELEK


Yıldızların döndükleri gök. Çoğulu eflâk'dır. Rağıb, müfredatında aynı kelimeyi yıldızların cereyan ettikleri (aktıkları) yer olarak tarif etmiştir; fakat asıl anlatılmak istene
FELEK: FELEK

FENÂ Fİ’L-HAK


Hak'ta yok olmak. Fenâ filhak, Arapça bir terim olarak Fenâ fillâh ile eşanlamlı olarak ta değerlendirilebilir.



Hak, lügatta batılın zıddı, yerine getirilen hüküm, varlı
FENÂ Fİ’L-HAK: FENÂ Fİ’L-HAK

FENÂ FİLLAH


Allah'ta yok olma anlamında tasavvûfi bir tabir. Fenâ; yok olma, varlığın sona ermesi manalarına gelir. Tasavvufta fenâ, Allah'ın zatî hariç onun bütün sıfatları ile muttasıf olmak anl
FENÂ FİLLAH: FENÂ FİLLAH

FER’


Birinci derecede gerekli olmayan bilgi, dal, kol, kısım, ayrıntı, teferruat. Bir ana gövdeden ayrılan kollardan her biri, ağacın yukarıya ve yanlara uzanan dalları.



Kur'an-ı
FER’: FER’

FER’İ HÜKÜM


Hüküm; karar vermek, örtmek, men etmek, bir şeyi diğer bir şeye ispat (olumlu) veya nefy (olumsuz) suretiyle isnat etmektir. "Bu mülk Allah'ındır" sözünde, mülk Allah'a ispat yoluyla isnad
FER’İ HÜKÜM: FER’İ HÜKÜM

FER’İ MESELE


Fer' sözlükte; ayrıntı, bir asıldan ayrılan kolların herbiri ve şu'be, esas olmayıp ikinci derecede önemli olan şey anlamlarına gelir. Asl'ın karşıtıdır. Çoğulu fürû'dur. Fer'i is
FER’İ MESELE: FER’İ MESELE

FERMAN


Padişah'ın bir iş veya gereklilik ile ilgili arzusunu gösteren yazılı emri. Kelime Farsça'dan gelmiş olup, "emir, buyruk" manalarına gelmektedir



Ferman ilk olarak İslâmiyeti
FERMAN: FERMAN

FERSAH


Bir mesafe ölçüsü, Farsça "fersenk" kelimesinden Arapça'ya "fersah" şeklinde geçmiştir. Kâmûs-u Osmânî'de bu kelime: "Üç mil uzunluğundaki mesafeye denir" diye tarif edilmiştir.

FERSAH: FERSAH

FESAD, FESAT


Bir şeyin önce düzgün, düzenli ve yararlı iken, sonradan bu vasıflarını kaybederek değişmesi ve bozulması (kokuşması) gibi anlamlara gelir. Fesadın zıddı, salâh, fesad kökünden tü
FESAD, FESAT: FESAD, FESAT

FESH, FESİH


Bozmak, ayırmak, hükümsüz kılmak; daha önce yapılmış olan akdi bozup hiç yapılmamış gibi eski haline çevirmek.



Akitlerin durumuna göre çeşitli fesih şekilleri vardır.
FESH, FESİH: FESH, FESİH

FETÂNET


Peygamberlerin zarûrî sıfatlarından biri. "Fetâne" kelimesinin masdarı olup, kelime manası, akıllılık, zekilik, uyanıklık demektir. Ahmaklık, akılsızlık veya az anlayışlılığın ta
FETÂNET: FETÂNET

FETİH SURESİ


Kur'an-ı Kerîm'in kırksekizinci suresi. Medine'de, Hudeybiye antlaşmasından sonra Hicret'in altıncı yılında nâzil olmuştur. Yirmidokuz ayet, beşyüzaltmış kelime, ikibindört yüzotuzü
FETİH SURESİ: FETİH SURESİ

FETRETU’L-VAHİY


Vahyin kesildiği dönem, iki peygamber arasındaki zaman dilimi. Fetret zamanı vahy ve semâvî hükümlerin kesintiye uğrayıp sükun bulduğu zamandır. Bununla Peygamber Efendimiz ile Hz. İsa a
FETRETU’L-VAHİY: FETRETU’L-VAHİY

FETVA


Sorulan İslâmî bir soruya yetkili bir kimsenin verdiği cevap, bir meselenin hükmünü belirten veya zorlukla karşılaşılan bir olay hakkında güçlükleri çözmek için verilen kuvvetli ceva
FETVA: FETVA

FEVRÎ


Düşünmeden ve anı olarak yapılan hareket. Fıkıh ıstılahına göre "fevrî", emredilen bir işi ilk imkân anında eda etmektir. Mukabili "terahî"dir ki, emredilen bir işin ilk imkân anınd
FEVRÎ: FEVRÎ

FEY’


Geri dönmek, vazgeçmek, gölge yayılmak fâe-yefıu-fey'en fiilinden mastardır. Bir isim olarak fey'; güneşin doğudan batıya dönmeye başlayan gölgesi; güneşin gurubuna kadar olan gölgesi
FEY’: FEY’

FEYZ-İ İLÂHİ


Bir şeyin taşıp akması, çoğalması. Sufî terminolojisinde birincisi kozmoz (evren) ikincisi marifet nazariyesi (Epistemoloji-Theorie de Connaissance) ile ilgili olarak iki değişik anlamda kul
FEYZ-İ İLÂHİ: FEYZ-İ İLÂHİ

FIKH-I EKBER


Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe (ö. 150/767)'nin itikâda dair kısa ve özlü eseri. Fıkıh, Mecelle'de "şer'î amel; meseleleri bilmek" (madde, I) şeklinde tarif edilmişs
FIKH-I EKBER: FIKH-I EKBER

FIKIH


Bilmek, anlamak, bir şeyin bütününe vakıf olmak. Istılahta, bir kimsenin leh ve aleyhindeki hükümleri bilmesi demektir. Başka bir tarife göre fıkıh; kişinin ibadetlere, cezalara ve muamel
FIKIH: FIKIH

FIRAK-I DALLE


Fırak kelimesi fırka kelimesinin çoğulu olup, fırkalar, topluluklar demektir. Fırka kelimesi de lügatta kendilerini başkalarından ayırdedecek özelliklere sahip insan toplulukları, zümrele
FIRAK-I DALLE: FIRAK-I DALLE

FIRKA-I NACİYE


İslâmî akideyi en net ve sağlam şekliyle kabul eden topluluk. Bu deyim iki kelimeden meydana gelmiş bir isim tamlamasıdır. Terkibin birinci ismi olan fırka kelimesi için bk. "Fırak-ı Dalle
FIRKA-I NACİYE: FIRKA-I NACİYE

FISK, FÂSIK


İsyan, Allah'ın emrini terk, hak yoldan çıkma, günah işleme tohumun kabuğunu delip çıkması. Fısk'ın çoğulu fesekâ ve füssâk'tır. Istılahi anlamı ise, büyük günahları işlemek v
FISK, FÂSIK: FISK, FÂSIK

FITRAT


Yaratılış, yapı, karakter, tabiat, mizaç, Peygamberlerin sünneti, Kâlb-i selim, adetullah. Ayrıca hilkat, tabii eğilim, hazır olmak, huy, cibilliyet, içgüdü, istidât gibi manalara da gel
FITRAT: FITRAT

FİCÂR SAVAŞLARI


Câhiliye döneminde müşrik Araplar arasında haram aylar* dan birisinde yapılan savaşlar.



İslâm'da yasak olduğu gibi câhiliye döneminde de Müşrikler arasında haram aylarda
FİCÂR SAVAŞLARI: FİCÂR SAVAŞLARI

FİDYE


Esiri veya herhangi bir kişiyi içine düştüğü durumdan kurtarmak için verilen mal veya para, kurtulmalık.



İbadette meydana gelen bir noksanlığa karşılık olarak verilen mal
FİDYE: FİDYE

FİDYE-İ NECÂT


Kurtuluş fidyesi, kurtulma bedeli. Fidye ve eş anlamlısı "fıdâü" sözlükte; esirleri kurtarmak için verilen bedel, bazı ibâdetlerdeki eksikliklerden dolayı Allah için yoksullara verilen m
FİDYE-İ NECÂT: FİDYE-İ NECÂT

FİİLÎ SÜNNET


Hz. Peygamber (s.a.s.)'in davranışları ve fiilî uygulamalarıyla oluşan sünnet.



Hz. Peygamber'in sözle veya fiille açıktan gördüğü ya da duyduğu olayları susarak onaylama
FİİLÎ SÜNNET: FİİLÎ SÜNNET

FİL SÛRESİ


Kur'ân-ı Kerîm'in yüzbeşinci suresi. Mekke'de nâzil olmuştur; beş ayettir. fâsılası Lâm harfidir. Adını birinci ayetinde geçen "fil" kelimesinden alır. Fil, Asya ve Afrika'da yaşayan,
FİL SÛRESİ: FİL SÛRESİ

FİRASET


Düşüncede tutarlı olmak, bir şeyde düşünerek davranmak ve basiretli hareket etmek, bir şeyin gerçek mahiyetini görebilmek. Bir kişi işlerin iç yüzünü görebildiği, önceden tahmin ed
FİRASET: FİRASET

FİRAVUN


Mısır'da hüküm süren Amerika krallarına verilen ünvan. Türklerin hükümdarlarına Hakan, Bizanslıların Kayzer, İranlıların Kisra dedikleri gibi, eski Mısırlılar da Firavun derlerdi.
FİRAVUN: FİRAVUN